4 Ağustos 2021 Çarşamba

Z.T.KOR: BEYRUT LİMAN PATLAMASI (4 AĞUSTOS 2020)


AĞUSTOS 2020’DE BEYRUT LİMAN PATLAMASIYLA İLGİLİ TWITTER’DAKİ PAYLAŞIMLARIM

Zahide Tuba Kor

Geçen sene Beyrut Limanı’nda yaşanan patlama üzerine Twitter hesabımdan gerek bu patlama ve muhtemel sonuçları, gerekse Lübnan’ın geçmişi ve bugünüyle siyasi, iktisadi, toplumsal yapısı üzerine değerlendirmelerimi uzun uzun paylaşmıştım. Olayın sıcaklığı altında yazdığım öngörülerimin birçoğu da gerçekleşmiş durumda. Birinci sene-i devriyesinde tvitlerimi bir arada blogumda istifadenize sunuyorum. Tvitlerimi bir araya getiren Seyit Muhammet Subaşı'na teşekkür ederim. 

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.



5 Ağustos 2020

Beyrut limanındaki bir depoda 6 yıl önce el konmuş 2700 ton amonyum nitratın patlamasıyla Lübnan bugün tarihinin en büyük felaketini, adeta cehennemi yaşadı. Zaten ekonomisi çökmüş, siyaseti işlemez durumdaki ülkenin bir daha belini doğrultabilmesi için ancak bir mucize lazım. Video için tıklayınız.

“Beyrut’un Hiroşiması” benzetmesi sıkça yapılıyor. Bence bu “iyimser” bir bakış. Zira Beyrut demek Lübnan demektir. Ülke nüfusunun üçte birinden fazlasının yaşadığı, sadece siyasi değil, aynı zamanda iktisadi ve mali hayatın merkezi başkentte çok sayıda bina çöktü veya kullanılamaz halde. Cam, çerçeve, kapı kalmadı. Video için tıklayınız.


En önemlisi, ülke ticaretinin %70’inin yapıldığı Beyrut limanı harabeye döndü. Lübnan muazzam dışa/ithalata bağımlı bir ülke. Ülkede zaten elektrik, su, gıda kıtlığı vardı; bundan sonrasını düşünemiyorum bile. Sağlık sistemi çöküktü. Şimdi COVID’e bir de binlerce yaralı eklendi.

Ne ambulans ne doktor ne ilaç yetişebilir bu felakete. Patlamada ölen ve yaralanan onlarca doktor var. Hastaneler de patlamadan hasar aldı. Elektrik yok. Hasta yatıracak yatak yok. Tıbbi malzeme yok. Tüm Lübnan ambulansları başkente çağrıldı ama yetecek mi?

15 yıl iç savaş yaşamış, 18 yıl İsrail işgali altında kalmış ve bölgesel güçlerin kanlı nüfuz mücadelelerine sahne olmuş bir ülkede halk, böylesi bir felaketi hiç yaşamadık diyor. Haklılar. Bu patlama aynı zamanda Lübnan’ın da patlaması demek. Zaten işlemeyen siyasi sistem bu felaketi kaldıramaz.


Önümüzdeki günler Lübnan’da çok sıcak geçecek. Lübnan, hükümetin halkına en temel hizmetleri dahi götürmediği; adam kayırmacılık, yolsuzluk ve yozlaşmanın zirve yaptığı ülkelerden. Kökten zihniyet değişmeden, Beyrut’u harap olmuş bir Lübnan siyaseten ve iktisaden ayakta kalamaz.

Finans-hizmet-turizm-eğlence sektörüne dayalı ekonomisi epeydir krizde olup kepenkler kapanıyordu ve yüz binler açlık seviyesinde yaşıyordu. Döviz sıkıntısı ticareti vurmuş, enflasyon ve tüm göstergeler alarm veriyordu. O yüzden bu patlama için Hiroşima benzetmesi “hafif” kaçıyor.



Bir de Lübnan’da külli bir çöküş diğer bölge ülkelerini de derinden etkileyecek hiç şüphesiz. Patlama 4,7 şiddetindeki bir depreme denk dendi; Kıbrıs’ta bile hissedilmiş. Asıl bundan sonrası bölgede yeni yeni siyasi, iktisadi ve sosyal patlamaları tetikleyecektir.

Koronavirüsün tetiklediği iktisadi kriz 2021’de dünyanın birçok yerinde halkları sokağa dökecek diyordum aylardır. Ortadoğu için bu tarihi artık 2020’ye çekmek gerek.

Patlamanın maliyeti yüz milyar doları geçer diyor uzmanlar. Lübnan ekonomisinin yıllık GSYH’si nominal olarak 56, satın alma paritesine göre 84 milyar dolar. Düşünün zararın büyüklüğünü. Dış yardım yaraların ne kadarını sarar? Zaten çökmüş bir ekonomi üzerine geldi bu patlama... [NOT: Daha sonra zararın 15 milyar dolar olarak açıklanacaktı.]


Middle East Eye çarpıcı fotoğraflarla patlamanın yol açtığı yıkımı anlatmış: In pictures: Explosion sends shockwaves across Beirut

Bu linkte de patlama anına ilişkin video var. Patlama sonrası yaşanan yıkımın boyutunu da gösteriyor. En sondaki görüntü meşhur gazete Daily Star’ın ofisi. 

Bu ve diğer haritaları incelerken şunu fark ettim: Patlama yeri Doğu Beyrut’ta, yani iç savaş yıllarında Müslüman nüfustan temizlenen Hristiyan kısımda. Liman ve çevresi daha kozmopolit. Ama 5-10 km derinlikte yol açtığı yıkımı düşünürsek en büyük zararı Hristiyanlar aldı demektir.


Olay yerinin daha sol tarafı (büyük burunun güneyi, yani kırmızı rakamların bol olduğu yer) Beyrut’un şehir merkezi. Siyasi, iktisadi, kültürel faaliyetlerin alanı. Yasama, yürütme organları burada. Nasıl bir yıkım düşünün. Batı Beyrut, yani Sünni mahalleler de buradan başlıyor.

Beyrut’un doğusunda Hristiyan, batısında Sünni ve güneyinde Şii nüfus yoğunlaşmıştır. İç savaşın bir “hediyesi” bu. Patlamadan en az Şii bölgeler etkilendi gibi görünüyor.

Beyrut’ta bulunan 12 hastaneden 2’si kullanılamaz hale gelmiş. Kalan 10 hastanede binlerce yaralının tedavisi nasıl olacak? Hem de koronavirüs vakaları artarken ve tıbbi malzeme yetersizliği varken. Patlamaların etkisiyle hastanelerde ölen hastalar da olmuş. Bunu da not düşelim.

Resmi açıklamalara göre Beyrut’ta en az 300.000 kişi evsiz kaldı. Denize nazır gökdelenler, lüks binalar, oteller kullanılmaz halde. Bu arada hatırlatalım, bu binaların ekseriyeti 1990’da sona eren iç savaşın ardından 90’lı yıllarda yeniden inşa edilmişti.


Lübnan’ı bilmediği için atıp tutan çok maalesef. Bu konuda ayrı bir tvit zinciri oluşturacağım. Şimdiden şunu söyleyeyim, bu yaşanan felaketten en çok Lübnan Hristiyanlarının yaşadığı mahalleler ve ticarethaneler ile AB, ABD ve Körfez’in ticari çıkarları etkilenecek.

Liman alanı ve çevre bölgelerde yabancıların iş bağlantıları ve yatırımları çok. Dolayısıyla bu yaşanan sadece Lübnan’ı değil, AB’yi de Körfez’i de derinden etkiliyor. Lübnan’ın fakir kesimlerinden ziyade zenginlerine ağır bir darbe oldu. Ama topyekun tüm Lübnan feci etkilenecek.

Az evvel BBC’ye konuşan bir Lübnanlı doktor dedi ki, hayatın ironisi ve boşluğunu yaşadık; hastalar hastaneye doldu taştı, yardım etmek istiyorduk ama tedavi edecek yer yok, imkan yoktu; doktorlar olarak, -en az- hayatının kurtulmasını isteyen hastalar kadar çaresizdik.

Ülkeye yıllardır elektrik sağlayamayan elektrik idaresi binası yıkılmış durumda. Yıkık evlerin altında kalan birçok insan var. Arama kurtarmayı yürütecek ortada bir devlet yok. Lübnanlılar çok öfkeli. Beyrut’ta iki haftalığına OHAL ilan edildi. Asker sokağa inecek.

Mali, iktisadi ve siyasi krizlerin ardından sağlık krizi de yaşayan Lübnan’da son patlama ile birlikte en büyük felaketi yaşayacak grup, hiç şüphesiz Filistinli ve Suriyeli mülteciler. Filistinli mülteciler zaten 60’lı yıllardan beri istenmeyen ve dışlanan gruptu. Suriyeliler de çok kötü bir muameleye maruzdu. Ülkedeki bütün sıkıntıların ana nedeni olarak görülüyorlardı. Ülkede zaten yüz binlerce Lübnanlının işsiz ve aç olduğu bir ortamda, ekonomik çöküşle birlikte Filistinli ve Suriyelilerin halini düşünemiyorum bile.

Beyrut Limanı Patlaması Lübnan Ekonomisini Nasıl Vuracak?” Beyrut’ta yaşayan serbest gazeteci Paul Cochrane Middle East Eye için yazmış.

Bu arada Beyrut Limanı’ndaki yıkım sadece Lübnan’ı değil, ekonomisi çökük Suriye’yi de çok olumsuz etkileyecek. Zira Suriye’ye uluslararası insani yardımlar buradan taşınıyordu. Suriye ekonomisi ile ilgili şu tercümemi okuyun derim: ESED DÜŞMEK ÜZERE Mİ? 

Patlamayla ilgili Lübnan’da soruşturma başladı; 2014’ten beri patlayıcıların olduğu depoda çalışanlar ev hapsine alındı. Sonuç çıkar mı hiç emin değilim. Zira Lübnan bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemine sahip değil. Tam da bu yüzden bazı siyasiler uluslararası soruşturma istiyorlar. Ayrıca Lübnan tarihi suikastlar ve sabotajlarla dopdoludur. Bugüne kadar bunların hemen hiçbiri tatmin edici bir yargılamayla aydınlığa kavuşturulamadı. Ama bu defa toplumsal öfke o kadar ileri boyutta ki şeffaf ve dürüst bir soruşturma ve yargılama olmazsa bu öfkenin altında herkes kalır.


Siyasete ve siyasetçilere toplumun geniş kesimlerinin güveni çoktandır yok. Zaten artık Ortadoğu’nun neredeyse tüm ülkelerinde siyaset, sorun çözücü bir mekanizma değil, sorunun ta kendisi. Halklar tam da bu yüzden sokaklarda. Lübnan’da siyasi sistemin kökten değişmesi şart, ancak bu çarpık sistemden nemalanan yönetici kadroda köklü reformlara girişecek istek, kudret ve cesaret yok. Olsaydı bile, küresel ve bölgesel güçlerin nüfuz mücadelesi ve vekalet savaşları alanı olan bu küçücük ülke bunu başaramazdı.

Öte yandan bu kez bir şeyler değişmek zorunda. Çünkü artık nemalanacak bir sistem de kalmadı Lübnan’da. Muazzam yıkımın yaralarını sarmak için gerekli dış kaynak bu denli yozlaşmış ve yolsuz bir sisteme akar mı? Akmazsa halkın topyekun infiali ve öfkesi karşısında kim durabilir?

2005’te Hariri suikastı sonrası halk öfkeyle sokağa döküldüğünde siyasiler reform sözü verip insanları evlerine döndürtmüştü. Artık buna kanacak bir halk yok. İnsanlar artık işsiz, aç ve bir kısmının gidecek bir evi dahi kalmadı. Demem o ki Lübnan’ı çok sıcak günler bekliyor.

 


6 Ağustos 2020

Middle East Eye, amonyum nitrat nedir ve Beyrut Limanına nasıl girdi başlıklı haberinde tarihteki bu tür patlamalara yer vermiş.1947’de Teksas Limanı’nda 2300 ton amonyum nitratın patlaması sonucu yaşanan felaketin 4 dakikalık filmi de var. İzleyin derim. 

Lübnan’ı tanımak isteyenler için 2 kitap tavsiyem var. Birincisi, Lübnan’ı nüfus yapısı, siyaseti, ekonomisi, tarihi, dış politikası, insan hakları ihlalleri ve iç savaşıyla ele alan, gezi notları ve dokuz röportajın yer aldığı 2011’de yayınlanan kitabım Ortadoğu’nun Aynası Lübnan. Şu an piyasada baskısı yok. Kitap adına tıklayarak PDF’ye ulaşabilirisiniz.  İkincisi, Ortadoğu dendiğinde ilk akla gelen gazetecilerden olan Middle East Eye genel yayın yönetmeni David Hearst’e ait: Küçük Devletlerden Sakının: Lübnan Ortadoğu’nun Savaş Alanı. Lübnan’ı tanımak için mutlaka okunması gereken kitaplar arasında.

 

8 Ağustos 2020
Lübnanlılar açılan soruşturmaya haklı olarak güvenmiyorlar. “Liman idaresi, emniyet güçleri, yargı ve hükümet hepsi aynı ihmalin, sorumsuzluğun ve oyunun parçasıyken bağımsız ve güvenilir bir soruşturma imkansız.” diyorlar.

Lübnan’da birçokları uluslararası soruşturma istese de Refik Hariri suikastı ile ilgili Lahey’daki Lübnan Özel Mahkemesi bile kaç yıldır kararını açıklayabilmiş değil. Dolayısıyla soruşturmalardan ne sonuç çıkarsa çıksın geniş kitleleri ikna edemeyecek.


Gelelim Lübnanlıların serzenişlerine… “Ekonomiyi çökerterek paramızı ve işimizi, şimdi de evlerimizi, ümitlerimizi, geleceğimizi, kısaca her şeyimizi bu hırsızlar ve yağmacılar çetesi elimizden aldı” diyorlar. Yönetici elite yönelik bu halk öfkesinin dinmesi imkansız.

Bu öfkeyi daha iyi anlamak için Lübnan’ın siyasi sistemine bakmak lazım. Öncelikle kuruluşundan beri siyaset belirli ailelerin, aşiretlerin, cemaatlerin tekelinde olageldi. Siyasi partilerde liderlik babadan oğula geçen adeta birer hanedanlık. Milli politika üretmek yerine her parti kendi bölgesi/mezhebi/aşireti/ailesinin çıkarı peşinde koşuyor. Dolayısıyla siyasi partiler veya bağımsız liderler, tüm ülkeye hitap eden ve hizmet üreten birer araç olmak yerine, aralarında -siyasi sistemi kilitleyen ve işlevsizleştiren- yıkıcı bir rekabet yaşanıyor.

Lübnan siyasi sistemi farklı dinler ve mezhepler arasında güç paylaşımına dayalı bir model. Her mezhebin mecliste ve hükümette temsil kotası belli. İç savaşı sonlandıran 1989 Taif Anlaşması’na göre mezhepçiliğin lağvedilmesi temel öncelik olsa da bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Lübnanlılar ehliyet-liyakatin esamesinin okunmadığı, sistemi sık sık kilitleyen bu mezhepçi-hizipçi modele karşı ayaklanıyor. Gerçek bir demokratik sistem istiyor. Bu modelin ilk nüvesi iç savaşın ardından 1861 Cebel-i Lübnan Nizamnamesi’yle getirilen Mutasarrıflık sistemiydi.

Osmanlı döneminde bu sistem işledi, Lübnan’a nispeten barış getirdi. Fransızlar da işgalden sonra bu modeli sürdürdü. Ancak onlar Batı müttefiki Hristiyan bir devlet olarak kurguladıkları Lübnan’ın içine böl-yönet politikası çerçevesinde Suriye’den Müslüman yoğunluklu toprakları da kattı. Böylece asla bir devlet olamayacak bu küçücük ve karmaşık coğrafya üzerinde -William Cleveland’in çok beğendiğim ifadesiyle- Lübnan, “şizofrenik bir doğum”la kuruldu. Lübnan’ın Fransızlarca kurgulanma şekli bugünkü birçok problemin de temel kaynağı olageldi.

Birbirinden farklı idealleri ve çıkarları olan irili ufaklı 18 etnik grup ve dini mezhebe bölünmüş ülkede hiçbir grup tek başına kontrolü sağlayabilecek durumda değil; dolayısıyla ülkedeki her bir grup, içerideki rakiplerine karşı bir dış güçten medet umuyor. Bu da “posta kutusu” diye de anılan Lübnan’ı, Ortadoğu’da nüfuz mücadelesi yürüten dış güçlerin kozlarını paylaştığı, birbirine mesaj yolladığı bir arenaya dönüştürüyor. Ve bölgede Lübnan’ın kaderine kronik istikrarsızlık, kriz ve çatışma düşüyor.

Tıpkı Suriye gibi, Ortadoğu’nun bütün fay hatları Lübnan’dan geçiyor: Arap-İsrail çatışması, ABD-İran rekabeti, Sünni-Şii ve Müslüman-Hristiyan gerilimleri, Filistin meselesi... Bu haliyle Lübnan, tam anlamıyla “Ortadoğu’nun bir aynası” niteliğinde.

Bugüne kadar Lübnan’a sükunet ancak 2 dönemde geldi:
1) Doğrudan bir büyük gücün yönetimi altına girdiği ve rakip güçlerin de bunu kabullendiği dönemler (mesela Osmanlı, Fransa ve Suriye etkinliği)
2) Bölgesel güçlerin kendi iç meseleleriyle boğuşarak dışarıya odaklanamadığı dönemler.

Şu an her iki ihtimal de uzak olduğu gibi, Lübnan tam da kuruluşunun 100. yılında artık her bakımdan tamamen çökmüş durumda. Ve bunda hem Lübnan’ın işlemeyen yozlaşmış ve kokuşmuş sisteminin hem de dış güçlerin nüfuz mücadelelerinin beraberce ve eşit derecede etkisi var.

İç zayıflık ve parçalanmışlık dış güçleri cesaretlendirirken, dış güçlerin oyunları da içeriyi zayıflatıyor. Bu kısır döngü içinde olan her zamanki gibi zavallı halka oluyor. Muhtemeldir ki bu felaketin ardından her şeyini yitiren Lübnanlılar yine göç yollarına düşecek.

Ülke nüfusunun birkaç katı Lübnanlı başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın her yerine dağılmış halde. Diasporada siyasi, iktisadi, ilmi alanda oldukça başarılı birçok Lübnanlı var. Dünyanın en yetenekli girişimcileri olarak biliniyorlar. Başka ülkelerde devlet ve hükümet başkanlıkları bile yapıyorlar.

Ancak Lübnan, çapraşık bir sistemin ve dış müdahalelerin bir halkı ve bir ülkeyi nasıl çökertebileceğinin en acıklı örneklerinden. Kitabımda sıkça alıntılar yaptığım, Suriyeli diplomat Nizar Kabbani’nin muhteşem eseri Ben Beyrut: Bir Kentin Günlükleri’nden (s. 102-103) aşağıdaki alıntı durumu çok iyi özetliyor.

(…) Lübnanlı bireysel düşünün peşinden yolculuk eder, kişisel yararı uğruna imkânsıza atılır, maddi düzeyini yükseltir, servet toplar, düşlerinin prensesiyle evlenir.

Bu yolculuk, kendi içinde olup biter, dış dünya ile bağlantısı yoktur.

Bunun için Lübnanlı, çıktığı bütün göçlerde başarılı olmuştur. Çünkü o, kişisel tutkularının kılıcıyla çarpışmıştır. Yirmi otuz yıl sonra özlem ve merakla yurdunu ziyaret ederken hasır şapka takmakta, çantasında kamera taşımaktadır (…)

Lübnanlılar tutkularıyla güneşin pencerelerine erdiler, göçleri boyunca en yüksek uygarlık türleriyle ilişkiye girdiler, bilim ve teknoloji ülkelerine gittiler ve yerleştikleri ülkelerde zekâları, kararlılıkları ve ölesiye inatlarıyla siyasal, ekonomik, bilimsel, toplumsal mevkilerin en yükseğine ulaşabildiler.

Lübnanlı yurt dışında niçin akıllı, uygar, bilimsel oluyor da yurt içinde ilkel, duygusal ve bilgisiz oluyor?

Niçin biz, uçağımız New York’a, Rio de Janeiro’ya, Sao Paolo’ya, Venezuela’ya, Meksika’ya uçarken çağdaşızdır da Beyrut’un uluslararası havaalanına dönerken aşiretçiyizdir?

Lübnanlılar şu an Beyrut’ta meclise doğru yürümeye çalışıyor. “Yetti artık. Bizi iflas ettirdiniz, aç bıraktınız, şimdi de öldürüyorsunuz” diyorlar. Güvenlik güçleri, sürekli çok yoğun şekilde göz yaşartıcı bomba vs. kullanarak göstericilerin yürüyüşünü engellemeye çalışıyor.

Taşlar ve göz yaşartıcı bombalar karşılıklı havada uçuyor. Sokaklar yoğun bir duman bulutu altında. Her iki tarafta da birçok yaralı var. Sağlık sisteminin çöktüğü ülkede yeni yaralılar... Kimsenin geri adım atmaya niyeti yok. Bu arada bazı Hristiyan milletvekilleri istifa ediyor… Göstericiler Lübnan dışişleri bakanlığını bastılar.

İran-Suriye-Hizbullah ekseninde yayın yapan Beyrut merkezli al-Meyadeen kanalının yayınlarını izlediğimde, Hasan Nasrallah dün kesin dille yalanlamasına rağmen, Beyrut faciasında bir şekilde suçları olduğunu ele veriyor. Bazı şeylerin üzerini örtmeye çalıştıkları çok net.

Lübnan’ın dünyayla kara, hava ve deniz bağlantısı olan bütün noktalarda Hizbullah’ın az veya çok kontrolü olduğu zaten biliniyor. Özellikle Suriye ile sınır kapıları ve Beyrut havalimanı ile limanında etkililer. 2008’de Beyrut havalimanındaki kamera görüntülerini gizlice Hizbullah’a ulaştıran bir düzeneğin ortaya çıkarılması üzerine hükümetin havalimanı güvenlik şefini görevden alma girişimi karşısında (ve telekomünikasyon şebekesinin yasadışı ilan edilmesi nedeniyle) Hizbullah ve siyasi müttefiklerine bağlı gruplar Sünnilerin yaşadığı Batı Beyrut’a saldırmış, hükümet ortaklarının ev ve ofislerini yakmıştı. Başka şehirlere de yayılan olaylarda 81 Lübnanlı ölmüş, 250’si de yaralanmıştı. 2009’da Lübnan ziyaretimde yaptığım görüşmelerde havalimanında Hizbullah’ın etkinliğinden bahsedilmişti.

Patlamada Hizbullah etkisini bilemeyiz ama tonlarca amonyum nitratın 6 yıldır limanda kalmasında parmaklarının olduğu aşikar. Yemen’den Suriye’ye birçok cephede savaş veren bir silahlı örgütün bu denli değerli bir stoka el sürmemiş olması mantık dışı.

Hizbullah’a yakın gruplar, ilginç bir şekilde Türkiye’yi hedef gösteriyorlar. Kimi amonyum nitrat taşıyan gemi Boğazlardan geçtiği için Türkiye’nin “Suriyeli teröristler”e yolladığı patlayıcılara el kondu diyor, kimi de Trablus limanını Beyrut limanı yerine geçirtmek için Türkiye’nin sabotajı diyor. Trablus, Sünnilerin yaşadığı bir şehir olduğundan ve Hizbullah’ın oraya sızma imkanı bulunmadığından, Türkiye’nin Trablus Sünnileri ve limanı üzerinden Lübnan’ı ve Doğu Akdeniz’i kontrol altına almak için Beyrut’u patlattığı tezviratını yaymaya çalışıyorlar. Deli saçması laflar. Tıpkı bizde de bazılarının, bu Türkiye’ye karşı bir saldırı, (yakın zamanda müdahale ettiğimiz için) Libya’nın intikamını Lübnan’da aldılar şeklinde komplo teorisi bile olamayacak kadar saçma hikayeler düzdükleri gibi.

 


9 Ağustos 2020

Bugünlerde Lübnan’da da, Irak’ta da, İsrail’de de halk yolsuzluğa batmış yönetimlerine karşı sokaklarda. Tabii ki Lübnan’daki isyan çok daha derin ve kapsamlı Bugün New York’ta Netanyahu aleyhine gösteri yapan Yahudilerin elindeki pankartlarda CRIME MINISTER yazıyordu.

 

10 Ağustos 2020

Lübnan başbakanı istifa etmek üzere. Bakanlar ve milletvekilleri zaten hafta sonundan beri teker teker istifa ediyor. Problem şu ki istifa sonrası da ortalık durulmayacak. Erken seçim öncesi seçim kanunu değişebilecek mi? Ve bu değişiklik problemlere ne ölçüde çözüm olacak?

Lübnan Sağlık Bakanı az evvel gazetecilere hükümetin istifasını sunduğunu açıkladı. Az sonra başbakan kameralar karşısına geçerek resmen isyifayı duyuracak.

Lübnanlı iktisatçı Farah Choucair, Middle East Eye için duygu ve düşüncelerini anlattığı anlamlı bir yazı kaleme almış. BEYRUT PATLAMASI: BİR KİTLE(SEL) YOZLAŞMA SİLAHI (Türkçesinde anlaşılamayabilir; “kitle imha silahı” ifadesinde kelime oyunu yapmış).  Farah Choucair, bu yazısının sonunda diyor ki “...bir zamanlar söylediğimiz zafer, ümit ve direniş şarkılarına öfkelenmekten kendimi alamıyorum; hesap verebilirlik, cezalandırma ve adaleti zikreden yeni siyasi halk ezgilerine ihtiyacımız var.”

Birkaç gün önce bir Lübnanlı gazeteci de şöyle dedi: “Bu patlamayla anladık ki baş düşmanımız işgalci İsrail değil, başımızdaki yozlaşmış hırsızlar çetesiymiş.” Lübnan’da bu algı giderek yayılıyor. Ama siyasi sistemde köklü değişiklikle nezih bir yönetime kavuşacaklarından şüpheliyim.

Hükümet düştü, ama yenisinin kurulması kolay olmayacağı gibi ömrü de kısa olacak. [NOT: Üzerinden bir yıl geçtiği halde hala hükümet kurulabilmiş değil.] Son yüzyılda dünyada en çok hükümet kurulan ülkelerden biri Lübnan olsa gerek. Sadece 1926-1979 arasındaki 53 yılda 68 ayrı hükümet kuruluyor. Hükümetlerin kendisi hep birer istikrarsızlık kaynağı.

Lübnan’da halkın istediği reformlar ancak yoğun dış baskıyla gerçekleşebilir. [NOT: Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Macron olanca baskıyı yaptı; ama bir yıldır hiçbir sonuç alınamadı.] İçeride bunu yapabilecek siyasi aktör yok. Peki ya dışarısı? Lübnan’ı kurup ayakta tutan ve cari siyasi yapıyı destekleyen zaten dış güçlerdi. Belki tek şans Covid; artık dış güçler de değişmek zorunda. Pandeminin tetiklediği -henüz sonuçlarını tam algılayamadığımız- çok-boyutlu çöküş nedeniyle dünya da, bölge de, tek tek ülkeler de değişmek zorunda kalıyor/kalacak. Ama bu dünya için de, Lübnan için de hiç kolay olmayacak.

 


13 Ağustos 2020

New York Times yazarı Thomas Friedman Lübnan’daki patlama hakkında en orijinal yazıyı kaleme aldı. ABD’nin ne denli Lübnanlaştığını, her şeyin siyasallaştırılması ve kamu yararının unutulması meselesi üzerinden anlatıyor. Fikir Turu için HERKES İÇİN LÜBNAN DERSLERİ başlığıyla çevirdiğim bu yazı çok önemli. Friedman, her şeyin siyasallaştırılmasının doğurduğu çarpık anlayışı, Trump Amerika’sı örneği üzerinden çarpıcı şekilde anlatmış ve demiş ki “Her şey siyasete dönüştüğünde bir toplum ve tabii ki bir demokrasi er geç ölür gider.”

BBC World News’de yayınlanan Hard Talk programında, Lübnan’ın istifa eden hükümetindeki Ekonomi ve Ticaret Bakanı Raoul Nehme konuştu. Mutlaka dinleyin derim. Siyasetçi değil bir teknokrat olduğundan dürüstçe sorulara cevap verdi. Lübnan’ın durumunu çok net anlattı. 

 

17 Ağustos 2020

Yeni bir internet sitesi keşfettim. Beyrut’la ilgili her şey var. Mahalle ve semt isimlerinin Arapça telaffuzu bile bulunuyor. 

 

19 Ağustos 2020

Habertürk değerli bir iş çıkarmış. Lübnan asıllı yazar Emin Maluf’la Beyrut Limanı’ndaki patlamayla ilgili bir röportaj yapmış. Kaçırmayın derim. 

Geçen senenin sonunda Habertürk’ten Kürşad Oğuz, yine Emin Maluf ile röportaj yapmıştı. 

 

20 Ağustos 2020

Fikir Turu’nda yayınlanan diğer tercümem: BEYRUT NASIL TOPARLANMALI?
Liman patlamasının ardından Beyrut’un halini çok iyi özetleyen ve neler yapılması gerektiğini anlatan Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden şehircilik ve mimari uzmanı dört akademisyenin yazısı. 

 

23 Ağustos 2020

KÜLLERİMİZDEN YENİDEN DOĞACAĞIZ
From the ashes, we shall rise again /  من تحت الأنقاض، سوف نولد من جديد
Lübnanlı yönetmen Jhony Youssef Azeir tarafından hazırlanan çarpıcı bir video. Hem Beyrut’un mevcut halini hem de gelecek ümidini birleştirmiş.

 

16 Temmuz 2021

Middle East Eye’da yayınlanan okunmaya değer bir yazı: “Beyrut: Hayalet Şehirde Bir Gün” Lübnanlıların dörtte üçü artık yeterli gıdadan mahrum. Kimi aile sadece tek öğün yiyor. Bu sıcaklarda günde sadece bir saat elektrik veriliyor. Akaryakıt kıtlığı ve astronomik enflasyon var. Ve bir yıla yakındır hükümet yok… Hep söylerim, Ortadoğu’da siyaset sorunları çözücü bir mekanizma değil, sorunların ana kaynağı. Lübnan bunun en iyi örneği. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder