‘İSLAMCI
SOLCULUK’: FRANSA, KENDİ MCCARTHYCİLİK ÇAĞINA GİRİYOR
Ali Saad (Kitle iletişim araçlarının
toplum üzerindeki etkisine odaklanan Fransız sosyolog ve medya eleştirmeni)
El-Cezire İngilizce, 25.3.2021
NOT: Bu tercüme Perspektif web
sitesinde 29.4.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/islamci-solculuk-fransa-kendi-mccarthycilik-cagina-giriyor/
“‘Islamo-leftism’: France enters its
McCarthyist era” başlığıyla yayınlanan
yazının İngilizcesini okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Macron ve destekçilerinin
hedefleri, Fransız toplumunun ebedi öcüsü ‘İslamcılık’la ilişkilendirmek
suretiyle -geleneksel olarak seküler bir güç olan- sola karşı halkın nefretini
kamçılamak. Bu tür bir kışkırtma, hükümet için siyaseten elverişli olmakla birlikte
Fransa’yı yavaş ama istikrarlı bir şekilde kendi McCarthycilik çağına itiyor.
‘İslamcı solculuk’ kavramının giderek kızışan bir
kültürel tartışmada merkezi yer işgal etmesiyle birlikte son haftalarda
Fransa’yı bir siyasi kutuplaşma dalgası daha vurdu. ABD’deki Fox News’in
Fransız muadili CNews’in bir röportajında, Yükseköğretim ve Araştırma
Bakanı Frédérique Vidal’e “İslamcı solculuğun üniversiteleri zehirlediği”
konusunda hemfikir olup olmadığı soruldu. Cevabı hazırdı ve şok ediciydi:
“İslamcı solculuk tüm toplumu zehirliyor.”
Bakan şöyle devam etti: “Üniversitelerde bu konularla
ilgili tüm araştırma akımlarının soruşturulması çağrısı yapacağım ki böylelikle
gerçek akademik araştırmayı aktivizm ve fikirden ayırabilelim.”
Vidal’in ‘İslamcı solculuk’ konusundaki açıklaması,
Fransa’daki seçilmiş yetkililerce yapılan benzer beyanat dizisinin sonuncusu.
Haziran ayında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gazetecilere şunu söylemişti:
“Akademik dünyanın kabahatinin de payı var. İyi bir araştırma çizgisi olduğunu
düşünerek toplumsal sorunun etnikleştirilmesini teşvik ettiler. Ancak bunun
sonucu sadece ve sadece ayrılıkçılık olabilir. Bu da Cumhuriyet’i ikiye bölmek
demektir.”
Ekim ayında Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer,
“İslamcı solculuğun toplumu kasıp kavurduğu” uyarısında bulundu ve kendi
deyimiyle “terörizmin entelektüel suç ortaklığı”nı kınadı.
Akademiye ve solcu entelektüellere yönelik bu kötü
niyetli saldırılar, Fransız ana akım medyasında ve sözde entelektüel seçkin
sınıf arasında tekrarlanıp duruyor.
Hedefleri, Fransız toplumunun ebedi öcüsü
‘İslamcılık’la ilişkilendirmek suretiyle -geleneksel olarak seküler bir güç
olan- sola karşı halkın nefretini kamçılamak. Bu tür bir kışkırtma, hükümet
için siyaseten elverişli olmakla birlikte Fransa’yı yavaş ama istikrarlı bir
şekilde kendi McCarthycilik çağına itiyor. Macron ve destekçileri, 1950’lerde
Senatör Joseph McCarthy önderliğinde Amerikan kurumlarını şüpheli komünist
casuslardan, militanlardan veya sempatizanlardan ‘arındırma’yı amaçlayan
ABD’dekine benzer bir cadı avına zemin hazırlıyorlar.
Bu sürecin vuku bulduğu siyasi bağlamı anlamak önemli.
Bütün bu açıklamalar seçim taktiğinin bir parçası olarak görülmeli. Macron,
2022’de yeniden seçilmek için adaylığa hazırlanıyor; ancak hükümeti COVID-19
küresel salgınıyla baş etmede yetersiz kalmış durumda.
Bugüne kadar hastalık 4 milyondan fazla kişiye bulaştı
ve 90.000 küsur koronavirüs kaynaklı ölüm meydana geldi. Geçen sene Fransız
ekonomisi %8,3 küçülürken fakirlik oranı neredeyse ikiye katlandı. Eylül ayında
yapılan bir ankete katılanların %33’ü gelirlerinin kıt kanaat geçinmeye
yettiğini söylerken %18’i ise hiç yeterli olmadığını belirtti. Ekim ayındaki
bir başka ankete göre ise katılanların %61’i Macron’un pandemiye yeterince
mukabele edemediği kanaatinde.
COVID-19 krizinin gelecek yılki seçimleri ciddi ölçüde
etkileme ihtimali karşısında Macron, siyasi arenada şiddetli bir rekabet
bekliyor ve halkın desteğini yanına çekmek için etkili bir strateji arıyor.
Hâlihazırda kamuoyunun dikkatini hükümetin birçok başarısızlığından
uzaklaştırmak için İslam’a saldırmaktan ve ‘İslamcı komplolar’ peşinde
koşmaktan daha işe yarar bir taktik yok ve Macron da sabitleşmiş destek
oranlarını yükseltmek için bu fırsata balıklama atlamış görünüyor.
Macron hükümeti, Müslüman topluma gözdağı vermeyi ve
sivil toplum kuruluşlarını bastırmayı hedefleyen acımasız bir kampanyayı çoktan
başlattı. Diğer baskıcı önlemleri arasında Cumhuriyet’in yasal çerçevesi içinde
İslamofobinin Müslüman kurbanlarını savunan Fransa İslamofobiyle Mücadele
Kolektif’ini kapatmak da var.
Ancak Macron Müslüman toplumuna saldırmanın ötesine
geçmek istiyor ve şimdilerde sola karşı da eleştiri oklarını yöneltiyor.
Bunu yaparken baş rakiplerinden aşırı sağcı Ulusal
Cephe lideri Marine Le Pen’in taktiklerini kullanıyor. ‘İslamcı solculuk’
fikrini 2012’deki ilk başkanlık kampanyasında popülerleştiren de Le Pen’di.
Görünen o ki Macron’un siyaseti, Ulusal Cephe’nin
dilini tamamen benimseyecek kadar sağa kaymış durumda. Fransız toplumunda
muhayyel bir İslamcı-sol komploya karşı umumi bir cihat başlatmak suretiyle
yalnızca Le Pen’in oylarının bir kısmını çalmayı değil, aynı zamanda solu el
altından zayıflatmayı da umuyor.
Macron bilhassa solcu Başkaldıran Fransa Partisi’ni
hedef alıyor. Parti lideri Jean-Luc Mélenchon, İslamofobiyi ve Fransız
Müslümanların damgalanmasını kınayan tek siyasetçi olup 2019’da İslamofobiye
Karşı Yürüyüşe katılan tek parti başkanıydı. Aynı zamanda gelecek yılki
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şansı olan öne çıkmış tek solcu.
Le Pen’in ırkçı dilini benimseyerek ve solu, bilhassa
Mélenchon’un partisini şeytanlaştırmak suretiyle Macron, bir kez daha üzerinde
uzlaşılan aday, bir başka deyişle Fransız halkının aşırı sağcı bir hükümetten
kaçınmak için oy vereceği ve her halükarda ‘İslamcı öcü’den kendini korunmuş
hissedeceği ‘ehven-i şer’ aday olarak ortaya çıkma ümidinde.
Ancak cumhurbaşkanı, acımasız ve ahlaksız oyunlarla
yeniden seçilme peşinde koşarken aslında Fransız toplumuna büyük zarar veriyor.
Akademiyi hedef tahtasına koyarak akademik özgürlüğü doğrudan tehdit ediyor.
Vidal’in röportajının yayınlanmasından kısa bir süre
sonra, ülkenin tüm bilimsel disiplinlerden en iyi beyinlerine ev sahipliği
yapan en seçkin akademik kurum olan Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS),
Yükseköğretim ve Araştırma Bakanı’nın bu suçlamalarını reddeden ve “akademik
özgürlüğü sorgulamak için [‘İslamcı solculuk’ terimini] kullanmaya çalışanları”
kınayan bir bildiri yayınladı. Bu terimin “siyasi istismarı”nın “bilimin
müessif bir araçsallaştırmasının sembolü” olduğunu ve “hiçbir bilimsel gerçeklikle
bağdaşmadığı”nı vurguladı.
Bu arada Vidal, sözlerinde ısrarcı olarak bahsi ikiye
katladı ve akademide ‘İslamcı solculuk’ üzerine bir soruşturma açılmasında
diretti. Eğer ki sözünü tutarsa bunun Fransa’daki akademik hayat üzerinde
yıkıcı bir etkisi olabilir.
Eğitim kurumlarını hükümet politikalarını veya ana
akım tutumları sorgulayabilecek herhangi bir entelektüel veya siyasi
muhalefetten temizlemek, önemli siyasi ve sosyoekonomik konularda kamusal
tartışmayı ciddi şekilde dizginleyecek.
‘İslamcı solcu’
olmakla suçlanan akademisyenleri takip etmek, hiç şüphesiz akademik özgürlüğü
sınırlayacak ve otosansüre yol açacak. Fransız devleti tarafından teşvik ve
tasdik edilen Fransa’nın sömürgeci mazisi hakkındaki anlatıya meydan okuyan ve
böylelikle Fransız sömürgeciliğinin hastalıklarına ışık tutan sözde sömürgelere
bağımsızlık taraftarlarının çalışmalarını akamete uğratacak.
Aynı zamanda Fransa’daki Müslüman toplumun yönetici
seçkinlerin siyasi ve ahlaki iflaslarının nihai günah keçisi olma konumunu
pekiştirecek.
‘İslamcı
solculuk’ Fransa’daki muhalefete karşı yürütülen savaşın son taktiği. Hem
siyasi hasımları hem de Fransız yönetimini ve toplumunu zehirleyen İslamofobiye
ve ırkçılığa karşı çıkan Müslümanları susturmak için faydalı bir araç. Bu
haliyle Fransa’yı, yukarıdan inme talimatları eleştirmeye, karşı çıkmaya veya
sorgulamaya cesaret eden herkesin itibarına leke sürülüp susturulduğu otokratik
bir yönetime giderek daha da yaklaştırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder