İSRAİL SEÇİMLERİ: AŞIRI SAĞ MUZAFFER, TEK ENGEL
NETANYAHU
Jonathan Cook (2001’den beri Nâsıra’da yaşayan ve Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç
kitabı bulunan İngiliz gazeteci)
Middle East Eye, 29.3.2021
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Serbestiyet web
sitesinde 5.4.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://serbestiyet.com/haberler/israil-secimleri-asiri-sag-muzaffer-tek-engel-netanyahu-55938/
“Israel election: The far-right is triumphant. The only obstacle left is Netanyahu” başlığıyla yayınlanan yazının İngilizcesini okumak için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Gerek İsrail
gerekse Batı medyasındaki, hükümet kurabilmek için kendi içinde çoğunluk
oluşturamayan sağ ve sol iki eşit kampa ilişkin mevcut tüm yorumlar bir
saçmalıktan ibaret. İsrail’de aşırı sağ büyük bir çoğunluğa sahip.
Netanyahu’nun şahsiyeti üzerinden bir krize saplanmış olmasalardı kolayca bir
hükümet kurabilirlerdi.
13 parti kendilerini iktidara taşıyabilecek koalisyon
arayışı içinde İsrail’in karmaşık seçim sonrası aritmetiğiyle boğuşurken
seçimlerin en önemli sonucu kolayca gözden kaçıyor. Köktendinci ve yerleşimci
partiler, yani İsrail’in aşırı sağı, geçen hafta eşi benzeri görülmemiş kesin
bir zafer kazandı.
En ihtiyatlı değerlendirmede bile bu partiler 120
üyeli mecliste 72 sandalyenin sahibi oldular. Aşırı sağ on yılı aşkın bir
süredir devam eden Binyamin Netanyahu’nun kesintisiz yönetimini sağlama aldı.
Bu nedenle gerek İsrail gerekse Batı medyasındaki, birbiriyle hasım ve hükümet
kurabilmek için kendi içinde çoğunluk oluşturamayan sağ ve sol iki eşit kampa
ilişkin mevcut tüm yorumlar bir saçmalıktan ibaret.
İsrail’de aşırı sağ büyük bir çoğunluğa sahip.
Netanyahu’nun şahsiyeti üzerinden bir krize saplanmış olmasalardı kolayca bir
hükümet kurabilirlerdi.
Aşırı sağa karşı duran, genel hatlarıyla ‘merkezciler’
diye adlandırılan partiler, işgal altındaki bölgeleri ele geçirmeye aşırı sağ
kadar hevesli durumdalar; ama tabii daha el altından, dikkat çekmeden.
Toplamda 25 sandalye kazanan ‘merkez sağ’da iki parti
(Gelecek Var ile Mavi ve Beyaz) yer alıyor. Hâlâ bir ‘barış kampı’
oluşturdukları iddiasını sürdürmeye çabalayan İşçi Partisi ve Meretz’in temsil
ettiği ‘merkez sol’ ise 13 sandalye aldı. Son 10 sandalye, İsrail’in Filistinli
vatandaşlarından oluşan büyük azınlığı temsil eden çeşitli partilere gitti.
Hem aşırı sağ hem de ‘merkezciler’, Siyonizmin
yerleşimci-sömürgeci ideolojisinin farklı versiyonlarına mensuplar. Dışarıdan
bakanlar için iki kamp arasındaki benzerlikler farklılıklara kıyasla daha
kuvvetli gibi görünebilir. Nihayetinde -Meretz Partisi istisna- her iki kanat
da Filistinlilerin boyun eğdirilmesini ve uzaklaştırılmasını istiyor.
‘Merkezciler’, Siyonizmin savunmacı/apolojetik kanadı.
İsrail’in yurtdışındaki imajından endişe duyuyorlar. Bu da demek oluyor ki,
hakları değil, -Oslo Anlaşmalarının önerdiği gibi- Yahudiler ve Filistinliler
arasında toprakları bölmeyi vurguluyorlar, tabii en azından görünüşte.
Merkezcilerin en büyük korkusu, ırkçı ayrımcı bir devleti yönetiyormuş gibi
görünecek olmaları.
Yahudi üstünlüğü
Hâlihazırda meclisin yüzde 60’ını oluşturan aşırı
dinci ve yerleşimci partiler ise aksi görüşte. Onlar, -açıkça bir ırkçı ayrımcı
sistem kurmak için- hakları bölmeyi yeğliyorlar, tabii eğer toprağı bölmeyi
engelleyebilirlerse. Tüm bölgeyi -ve tercihan sadece Yahudiler için-
istiyorlar.
Başkalarının ne düşündüğünü pek de önemsemiyorlar.
‘Yahudilik’ dinî mi yoksa etnik-milliyetçi terimlerle mi tanımlanmalı konusunda
kendi aralarında anlaşamasalar bile hepsi de Yahudi üstünlüğü ideolojisini
onaylıyorlar. 2018’de Netanyahu hükümeti, Yahudi Ulus-Devlet Yasası üzerinden
bu dünya görüşünü yasallaştırma sürecini başlatmıştı.
Aşırı sağ, anavatanlarını Avrupa önderliğindeki
Siyonist hareketin son 100 yıldır sömürgeleştirdiği yerli bir halk olan
Filistinlileri, açıkça kendilerine ait olmayan topraklara izinsiz giren ya da
istenmeyen misafirler olarak görüyor.
Merkezcilerin aksine aşırı sağ, işgal altındaki [yani
Batı Şeria ve Gazze’deki] Filistinliler ile İsrail’in Filistinli olan ve
daha aşağı vatandaş sayılan beşte birlik nüfusu arasında pek bir fark görmüyor.
Tüm Filistinliler, nerede yaşarlarsa yaşasınlar ve statüleri ne olursa olsun,
boyun eğdirilmesi gereken bir düşman olarak görülüyor.
Merkezcilerle ittifak
Peki, aşırı sağın geçen haftaki tartışmasız zaferi bu
kadar barizken neden medya İsrail’in süregelen siyasi çıkmazı ve birkaç ay
içinde beşinci seçime gitme ihtimali üzerine analizlerle dolu?
Eğer milletvekillerinin net bir çoğunluğu
savunmacı/apolojetik olmayan Yahudi üstünlüğüne inananlardan müteşekkilse,
Netanyahu niçin -tıpkı üçüncü seçimden sonra savaşla yoğrulmuş General Benny
Gantz’ı koalisyon tuzağına düşürdüğü gibi- iktidarda kalmak için merkezcilere
kur yapmaya devam ediyor? Ve neden bu seçimden sonra ilk kez destek vermesi
için bir Filistin partisiyle [Mansur Abbas’ın Ra’am Partisi’yle] temas
kurduğu söyleniyor?
Cevabın bir kısmı, aşırı sağın köktendinci ile daha
seküler bileşenleri arasında ‘Yahudi yönetimi’nin ne anlama geldiği konusundaki
derin anlaşmazlığa dayanıyor. Her iki bileşen de Yahudilerin Filistinlilerden
üstünlüğüne odaklanıyor ve işgal altındaki topraklar ile İsrail arasında
anlamlı bir ayrım yapmayı reddediyor. Ancak Yahudi egemenliğine dair
telakkileri bambaşka. Bir hizip Yahudilerin emirlerini Tanrı’dan alması
gerektiğini düşünürken diğeri Yahudi devletine dayanıyor.
Dahası, kimin Yahudi sayılacağı konusunda bile
hemfikir değiller. Mesela İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Lieberman’ın,
eski SSCB’den göçmüş destekçilerinin birçoğunu hakiki Yahudi saymayan Şas ve
Birleşik Tevrat Yahudiliği partilerinin aşırılıkçı hahamlarıyla ekmeğini
paylaşması çok zor. Onlara göre ‘Ruslar’, Filistinliler kadar Yahudi toplumuna
ait değiller.
Netanyahu’nun baskıcı gölgesi
Ancak daha da büyük bir engel, İsrail’in en uzun süre
başbakanlıkta kalan siyasetçisi Netanyahu’nun şahsında.
Aşırı sağ, Netanyahu’nun çeşitli yolsuzluk
suçlamalarıyla yargılanması karşısında büyük ölçüde istifini bozmuyor.
İsrail’in kısa tarihi, liderlerinin nezaret ettiği büyük suçlarla dopdolu:
Saldırı savaşları, zorla nüfus transferi, infazlar ve yağma, arazi hırsızlığı
ve yerleşim inşası. Bunlarla kıyaslandığında Netanyahu’ya yöneltilen
sahtekârlık ve rüşvet alma suçlamaları ıvır zıvır görünüyor.
Aşırı sağın Netanyahu ile sorunu daha karmaşık.
Netanyahu 1990’ların başından beri bu kampa nispeten
rakipsiz bir şekilde önderlik ediyor. İsrail’deki en yetenekli, tecrübeli ve
karizmatik siyasetçi haline geldi. Ve bu nedenle, başka hiçbir aşırı sağ lider
şimdiye kadar onun baskıcı gölgesinin altından çıkamadı.
Lakabı Kral Bibi olabilir; ama aşırı sağın daha hırslı
prensleri giderek huzursuzlanıyorlar. Onun yerini doldurmak için can atıyorlar.
Bıçakları çektiler. Likud’daki çırağı Gideon Saar, geçen haftaki seçimlerde tam
da eski patronunu devirmek umuduyla Yeni Umut adlı bir parti kurmuştu. Ama
Netanyahu o kadar kurnaz ve tecrübeli ki rakiplerini zekice alt etmeyi
sürdürüyor. Aşırı sağın zafiyetlerini istismar ederek rakibinin ölümcül
hamlelerini savmayı başardı.
Netanyahu iki aşamalı bir strateji uyguladı.
Yurtdışındaki algının aksine, aslında o, aşırı dinci ve yerleşimci kampın daha
ılımlı şahsiyetlerinden biri. İdeolojik olarak Mavi ve Beyaz Partisi lideri
Benny Gantz’a, dinî partilerin politikalarını dayatan hahamlardan ya da
yerleşimci aşırıcılardan, hatta ve hatta kendi Likud Partisi’nin çoğunluğundan
çok daha yakın.
Netanyahu, esasen dini ve yerleşimci partilerin
enerjisini kullanıp kendi siyasi ve şahsi yararına seferber etme konusunda çok
mahir olduğundan yurtdışında bir öcü haline geldi. Netanyahu’nun onlarca yıldır
aşırı sağın en zararlı pozisyonlarını kuşatan bir söyleme itibar, devlet desteği
ve entelektüel ağırlık katması nedeniyle İsrail toplumu giderek daha aşırılara
kayıyor.
Bu seçimde İsrail’in en faşist partisi olan Yahudi
Gücü’nü [Dini Siyonizm Partisi üst çatısı altında] meclise sokmaya
yardımcı olan bir anlaşmaya bile aracılık etti. Gerekirse, kurmayı umduğu
hükümete onları kabul edecektir.
Strateji gitgide zayıflıyor
Ancak Netanyahu’nun -İsrail standartlarında- görece
ılımlılığı, en azından şimdiye kadar koalisyonlarına merkezcileri katmayı
tercih ettiği anlamına geliyor. Bu tercih, Avrupalıları kızdırabilecek ve
Washington’ı utandırabilecek, tamamen aşırı sağcı bir hükümetin aşırılıklarını
dizginlemeye yardımcı olageldi. Keza merkezcilerle birbirine düşürdüğü aşırı sağcı
partileri bölünmüş ve kendine bağımlı halde tutageldi.
Yerleşimcilerin prensleri eğer kendisini çok zorlarsa,
onları değiştirmek için her zaman bir Yair Lapid (Gelecek Var) veya bir Benny
Gantz (Mavi ve Beyaz) yahut bir Ehud Barak’ın (İşçi Partisi) aklını çelebilir.
Nitekim bugüne kadar kendinden başka kimseye sadık
kalmadı. Ancak artık bu strateji gitgide zayıflıyor. Yolsuzluk davası ve bunun
sonucunda kendisini hapisten kurtarmak için İsrail’in hukuk ve yargı sistemini
zayıflatmaya dönük kampanyası, merkezcilerde ekşi bir tat bıraktı. Artık onunla
ittifak yapma konusunda daha temkinliler.
Geçen yılki seçimlerden sonra Gantz, -olağanüstü bir
hükümette salgınla acil mücadele ihtiyacı gibi- istisnai gerekçeler öne sürerek
Netanyahu hükümetine katılmaya cesaret etti. Buna rağmen süreç içinde
partisini mahvedip eritti. Görünüşe göre şimdilerde sadece ve sadece Mansur
Abbas gibi acemi çaylak bir muhafazakâr İslamcı lider Netanyahu’nun hilelerine
kanmaya hazır.
Netanyahu’nun zayıflığının ve alternatif ortaklarını
kaybettiğinin farkına varan aşırı sağın bazı kesimleri zapt edilmez ve dik
kafalı bir hale geldi.
Netanyahu aşırı dinci partileri gemide tuttu, ama
aşırı maliyetle. Onlara hepsinin ötesinde talep ettiklerini verdi: Cemaatleri
için özerklik. Tam da bu yüzden İsrail polisi, pandemi boyunca ultra
Ortodoksların sokağa çıkma kısıtlaması sırasında okullarını kapatmayı
reddetmelerini ve hahamların cenazeleri için -genellikle maskesiz- dışarıya
akın etmelerini görmezden geldi.
Ancak Netanyahu’nun ultra Ortodokslara sonsuz
müsamahası, sadece ve sadece aşırı sağın daha seküler kesimlerini
yabancılaştırmasına hizmet etti.
İlhaka ihanet
Daha da kötüsü, Netanyahu enerjisini, dikkatleri
yolsuzluk davasından uzaklaştırmanın yollarına odakladığından, aşırı sağın
siyasi ve duygusal öncelikleri -özellikle ilhak- noktasında sorumsuzca hareket
etti. Arka arkaya gelen seçim kampanyalarında Batı Şeria topraklarını resmen
ilhak etmeye dönük giderek ciddileşen sözler verdi.
Ancak sözünü yerine getirmekte defaatle başarısız
oldu.
İhanetin en ağırı bir sene evvelki seçimin ertesinde
geldi. Netanyahu, dönemin Amerikan Başkanı Donald Trump’ın da onayıyla, Batı
Şeria’nın büyük bölümünü ilhaka derhal başlama sözü verdi. Ama sonunda ilhakın
ertelenmesi koşuluyla Körfez ülkeleriyle bir ‘barış anlaşması’ imzalamayı
tercih ederek sözünden çark etti.
Bu adım, kendi siyasi bekasına yarayacaksa
Netanyahu’nun aşırı sağın temel hedeflerini öncelemektense -merkezcilerden
kalma bir hareket tarzı olarak- yabancı başkentleri tavizle yatıştırıp
gönüllerini alabileceğini açıkça gösterdi. Sonuç olarak, Netanyahu’ya karşı
artan bir öfke var. Aşırı sağın bazı kesimleri, kendi siyasi ve şahsi
manevralarına değil, onların davasına yatırım yapacak yeni birini istiyorlar.
Netanyahu, Ortadoğu diktatörlerinin yolundan giderek
kendine bir halef yetiştirmedi. Kendi ideolojik kampında öğrenilmiş çaresizliği
besledi ve yerleşimlerin prensleri, şimdilerde onsuz nasıl başa çıkacaklarından
korkuyorlar. Zira Netanyahu çok uzun zamandır onların dadılığını yapıyordu.
Ancak tıpkı asi gençler gibi onlar da özgürlüğün
tadına varmak ve Netanyahu’nun şimdiye kadar müsaade ettiğinden daha fazla
ortalığı kasıp kavurmak istiyorlar.
Kendisi için tasarladığı siyasi ağırlık merkezinden
kurtulmayı umuyorlar. Eğer sonunda bunu başarırlarsa, ileride Netanyahu çağını
görece ılımlılık ve sükûnet dönemi diye hatırlayabiliriz.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil