KORONAVİRÜS NEOLİBERALİZME SON DARBEYİ İNDİREBİLİR
Joe Gill (Londra, Umman, Venezuela
ve ABD’de gazeteci olarak yaşadı ve Financial Times, Morning Star ve Middle
East Eye gibi mecralarda çalıştı. Yüksek Lisansını London School of Economics’te
Dünya Ekonomisinin Siyaseti alanında yaptı.)
Middle East Eye, 27.1.2021
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Fikir Turu web
sitesinde 4.2.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/ekonomi/pandemi-neoliberalizmin-sonu-olabilir-mi/
İngilizcesi
“After Trump, coronavirus could deliver the final blow to neoliberalism”
başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
NOT: Aşağıdaki metin Fikir Turu’nda yayınlananın birebir aynısı değildir. Kısaltılmış veya değiştirilmiş kısımlar eklenmiştir. Farklılık olan kısımlar bordo renklidir.
Özet: İktisadi eşitsizlik tarih boyunca nasıl
dengelendi? Günümüzde bu eşitsizlikleri artıran neoliberal düzen, pandemiden
sonra ayakta kalabilir mi? Neoliberalizmin yeni krizi ne?
ABD’de
patlak veren 2008 finans krizinin tetiklediği küresel ekonomik kriz, aslında Soğuk
Savaş sonrası 1990’larda dünyaya tek kurtuluş reçetesi olarak sunulan
neoliberalizmin bir kriziydi. Müteakip yıllarda dünya ekonomileri yavaş yavaş
toparlandığında bile neoliberalizmin kriz hali çözülemeyip yeni yeni krizleri
beraberinde getirdi.
Financial
Times, Morning Star ve
Middle East Eye gibi mecralarda çalışmış gazeteci Joe Gill, 27
Ocak’ta Middle East Eye sitesinde yayınlanan “Trump’tan
Sonra Koronavirüs Neoliberalizme Son Darbeyi İndirebilir” başlıklı yazısında, Biden’ın Amerikan başkanı seçilmesiyle
liberal çevrelerde büyük umutlar yeşerse de koronavirüs pandemisinin
neoliberalizme öldürücü darbeyi vurabileceği görüşünde.
Biden
neoliberal düzen için umut olabilir mi?
“Beyaz
Saray’a bir Demokrat başkanın gelişiyle birlikte, ABD ve dünyanın karşı karşıya
kaldığı bazı yakıcı sorunların üstesinden gelmek için yapacakları konusunda
büyük bir umut dalgası doğdu.” diye başladığı yazısında Gill, bu yakıcı
sorunları şöyle sıralıyor:
“İçeride
her gün binlerce kişiyi öldüren her tarafa yayılmış bir salgın, aşırı
eşitsizlik ve fakirlik, çürüyen altyapı, ırkçılık ve aşırıcılık; dışarıda ise olağanüstü iklim şartları, küresel mülteci krizi ve artan
otoriterlik…”
“Başkan
Joe Biden (…) sözde normalliğe dönüşün liberal umudunu temsil ediyor. Mesaj
açık: Dört yıllık kabus artık bitti; ılımlı bir yönetim, küresel salgının yol
açtığı sorunlar ve iş kayıplarıyla tek başına mücadele etmeye terk edilmiş
milyonlara biraz olsun düzen ve rahatlama getirecek, virüsle mücadele için daha
uyumlu bir çaba da kapıda.”
Ancak
gösterişli bir göreve başlama törenine
rağmen yazara göre önemli bir soru ortada
duruyor: Amerikan toplumunun en acil hastalıklarıyla mevcut siyasi şartlar
altında nasıl baş edilecek?
‘Dengelemenin
Dört Atlısı’
Yazar,
on yıl önce Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndan New York’un Wall Street’i İşgal Et
eylemlerine kadar uzanan 2011 ayaklanmaları sırasında anarşist düşünür David
Graeber’in zengin %1’in yağmasına karşı protestocuların taleplerine ışık tutan
‘Biz %99’uz’ sloganını ürettiğini hatırlatıyor. Nitekim zenginler çok üst
seviyeye tırmanırken orta sınıfın gelirlerinin yerinde saymasıyla 21. yüzyılda
bir sınıf uçurumu oluştuğuna vurgu yapıyor.
“Ancak 2021’e
gelindiğinde, teknoloji devlerinin zenginlikte yeni zirvelere yükselmesiyle ve
2011’in dünya çapında daha fazla demokrasi ve sosyal adalet ümitlerinin suya
düşmesiyle eşitsizlik daha da arttı,” diye ekliyor.
Yazar,
Stanford Üniversitesi’nden tarihçi Walter Scheidel’e sık sık atıflar yapıyor.
“2017’de yayınlanan Büyük Dengeleyici (The Great
Leveler) adlı eserinde Scheidel, tarih boyunca iktisadi
eşitsizliğin yalnızca ‘Dengelemenin Dört Atlısı’ndan biri tarafından tersine
çevrildiğini savundu: savaş, devrim, devlet çöküşü veya salgın hastalık.
The
Ekonomist dergisinin 2018’de yaptığı
röportajda Scheidel bunu şöyle açıklıyor: ‘Sisteme yönelik şok ne kadar büyükse,
tepedeki ayrıcalığı azaltmak o kadar kolaylaşır’.”
Gill
diyor ki “Batılı refah devletlerinin ve kamu hizmetlerinin 20. yüzyılın
ortalarında böylesine kararlı bir şekilde genişletilmesinin nedeni, iki dünya
savaşı ve komünizmin yükselişiydi; bu tür önlemler, baştaki kodamanları esaslı
iyileştirici adımlar atmaya zorlayan ‘muazzam şiddetli şokların ve tehditlerin benzersiz
bağlamında alındı.’ Tam da bu nedenle mevcut dünya düzenimizdeki eşitsizliği
azaltmak hiç de kolay değil.”
Savaş
ve devrim
“Beklenmedik
büyük değişimlere yol açan ani ve şiddetli olaylar ile eşitlik mücadelesi
arasındaki bağlantı, son yüzyıllardaki çatışmalar ve devrimlerde gayet bariz.”
diyen Gill buna bazı örnekler veriyor.
Mesela
“modern çağın ilk küresel emperyalistler arası çatışması” dediği 1756-1763
yılları arasında yaşanan Yedi Yıl Savaşları’nın, yol açtığı ağır can kayıpları
ve iktisadi yıkımla 18. yüzyılın sonlarındaki devrimlerin -Amerikan Bağımsızlık
Savaşı ve Fransız Devrimi’nin- altyapısını hazırladığını anlatıyor.
Keza
1815’te Napolyon yenilgiye uğradığında, devrimci savaşların İspanyol ve Fransız
imparatorluklarını ölümcül bir şekilde sarstığını, bunun da köleliğe karşı
Haiti devrimine (1791-1804) ve 1800’lerin başında Meksika ve Latin Amerika’nın
bağımsızlık devrimlerine yol açtığını belirtiyor.
Bir
yüzyıl sonra Birinci Dünya Savaşı sonucunda da benzer bir sürecin ortaya
çıktığını hatırlatıyor: “Rus Devrimi, Çar II. Nikolay’ın askerî harekâtının yol
açtığı felaketin ve Rus devletinin çöküşünün kıvılcımıyla ateşlenirken Alman,
Osmanlı ve Avusturya imparatorlukları da savaştan sonra dağıldı. Bu,
Avrasya’nın feodal düzeninden kurtuluş ateşiydi. (Çin’in Qing hanedanı, yıkıcı
Afyon Savaşları’ndan başlayarak neredeyse bir yüzyıllık batılı emperyalist
yağma ve tahribatın akabinde 1911’de çöktü.)”
“Savaş
-özellikle de topyekûn savaş- devrimin ebesidir” diyen Gill, devrimin olmadığı
hallerde bile savaşın, -tıpkı
1940’ların İngiltere ve ABD’sinde görüldüğü gibi- barış zamanında düşünülemeyecek
devlet eliyle kolektif eylemi beraberinde getirdiği görüşünde.
“Aynı
zamanda savaş, İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışmış Siyah Amerikalılar gibi ezilen
azınlıklar için daha evvel duyulmamış fırsatlar ve her iki dünya savaşında
seferberliğe destek için fabrikalarda ve hastanelerde çalışan kadınlara -oy
hakkını kazanma gibi- imkânlar doğuran
askeri seferberlik süreciyle güverteyi temizler.”
“Herkes
için en büyük eşitlik sağlayıcı gelişme, en
şiddetli küresel çatışma olan İkinci
Dünya Savaşı’nın küllerinden doğdu. Faşist militarizmin ve Nazizmin 1942-43
kışında Stalingrad Savaşı’nda Rus bozkırının kenarında nihai yenilgisi, 20.
yüzyılda komünizm, sosyalizm ve ulusal kurtuluşun Pekin’den Delhi’ye,
Cezayir’in başkentinden Havana’ya toplumları şekillendiren egemen siyasi ve
ideolojik güç haline gelmesinin kritik
bir anı oldu” diyerek önemli bir noktaya parmak basıyor.
Artan
eşitsizlik
Gill,
eşitsizliklerin dengelenmesinin ancak en kuvvetli şokların sonucunda ortaya çıktığını da
şu satırlarla anlatıyor:
“İktisat
tarihçisi Thomas Piketty’nin zenginlik ve gelir eşitsizliğine ilişkin ayrıntılı
veri analizinde gösterdiği gibi, eşitsizliğin daralması, 20. yüzyılın büyük
çatışmalarına doğrudan aksetmiştir, ta ki eşitsizliğin yeniden artmaya
başladığı 1970’lere kadar.
Scheidel’in
kitabında yazdığı gibi, ‘Kayıt
altına alınmış tarih boyunca topyekûn seferberlik savaşının, dönüştürücü devrimin, devletin
başarısızlığının ve küresel salgının yol açtığı dönemsel eşitsizlik
daralmaları, barışçıl yollarla yapılabilecek tüm eşitleme yöntemlerini her
zaman gölgede bırakmıştır.’ Gerek
reformun bir ebesi olarak gerekse zenginlik ile fırsatın yayılmasında savaşın
rolü kaçınılmazdır.”
Yazar,
1946-1964 yılları arasında doğan kuşağın -şimdi kendi çocuklarından ve
torunlarından esirgedikleri- ucuz konut, tam istihdam ve sosyal hareketlilik
gibi imkânların aslında 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan dünya savaşları ve
devrimlerde kendi ebeveynlerinin ve dedelerinin kanlarının dökülmesi ve
fedakârlıklarının bir sonucu olduğunu hatırlatıyor.
Dördüncü
atlı
“Bu
da bizi, Scheidel’in toplumsal dengelemenin habercilerinden biri olarak
tanımladığı mahşerin dördüncü atlısına getiriyor: Salgın hastalık” diyen Gill,
COVID-19 küresel salgınının siyaseti ve ekonomiyi sarstığını ve etkisinin daha
yeni yeni kendini göstermeye başladığını şöyle anlatıyor:
“Birincisi
ve en barizi, salgının Trump’ın yeniden seçilme şansını mahvetmesi oldu.
Hatırlayın, 2020 başında Amerikan ekonomisi hızlı bir çıkış yapıyordu, istihdam
oranı yüksekti, borsa zirvedeydi ve yeniden seçilmesine giden yol açıktı.
Küresel
salgın karşısındaki kibri ülkeyi krize düşürdü. Siyahların Hayatı da Değerlidir
ayaklanmaları yaz boyunca ABD’yi kasıp kavurdu ve virüsün ikinci bir acımasız
dalgası, tam da seçim kampanyasının son haftalarında rahatsız edici bir şekilde
başladı. Trump, ardında bıraktığı COVID-19’dan 400.000 ölü mirasıyla ve sıradan
Amerikalılar için ortalama hayat beklentisinde son bir yüzyıl içindeki en büyük
düşüşle görevinden ayrıldı.
Ancak
küresel salgın, Trump’ın yenilgisinin de ötesinde, -kırk
yıl evvel eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ve eski ABD Başkanı Ronald
Reagan tarafından, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan
sosyal demokrasi düzenini silip süpüren bir süpürge olarak müjdelendiğinden bu
yana-
hiç olmadığı kadar batılı neoliberal modelin zayıflıklarını ve
adaletsizliklerini ifşa etti.”
Piyasa
inanışlarını yerle bir etmek
Gill,
koronavirüsün piyasa yanlısı iktidar partilerinin inanışlarını nasıl tamamen
altüst ettiğini şöyle anlatıyor:
“İngiliz
muhafazakâr bir başbakanı milyonlarca işçinin ücretini devlet kasasından öder
hale getirdi, binlerce evsiz sokaklardan alınıp otellere yerleştirildi ve
serbest pazar yanlılarını, fakirliği -yıllar yılı fakirlerin suçu saydıktan
sonra- şimdilerde kendilerinin yeni baş düşmanı ilan etmek zorunda bıraktı.”
“Şu
an zirvesinde ve bitmekten de çok uzak olan küresel salgının, geçen yüzyıldaki
savaşlar ve devrimler gibi değişimin katalizörü olup olmayacağını söylemek için
henüz çok erken. 2008’de bankaları kurtarmak için kullanılan devlet varlık
alımlarının artık milyonların geçim kaynaklarını ve irili ufaklı işletmeleri
kurtarmak için daha önce görülmemiş bir ölçekte dağıtılmasıyla birlikte,
virüsün modern post-endüstriyel toplumda kaynakların kıtlığı efsanesini nihayet
paramparça ettiğini söyleyebiliriz. [İngiltere
Başbakanı Theresa May’in sekiz yıldır zam alamayan hemşireye cevaben kullandığı
bir tabir olan] ‘Sihirli
para ağacı’ kalacak ve [yapay zeka çağına girerken robotlaşma yüzünden
gelecekte artacak işsizliğe bir çözüm olarak Silikon Vadisi’ndeki
girişimcilerin sunduğu, devletin vatandaşına temel ihtiyaçlarını giderebileceği
asgari bir ücret ödemesi anlamındaki] evrensel gelir
de emin olun geliyor.”
Gill
ayrıca küresel salgının, özel kazanca dayalı sağlık sisteminin temel zafiyet
noktalarını ifşa ettiğini de vurguluyor ve Asya ile Afrika’da halk sağlığına
daha kolektivist bir yaklaşımın virüsü kontrol altına almaya daha uygun
olduğunu Felipe Araujo’nun Foreign Policy dergisindeki
şu satırlarını alıntılayarak anlatıyor:
“Yalnızca
tabii afet veya bir tür siyasi huzursuzluk olduğunda kulak verme eğiliminde
olduğumuz Mozambik, Senegal, Ruanda, Malezya, Vietnam gibi yerler, küresel bir
salgın sırasında nasıl davranılması gerektiği konusunda diğer ülkelere bir
ustalık dersi veriyor. Alınacak ders şu: Cemaatçi toplumlar, -en fakirler
arasında bile- sokağa çıkma yasaklarının, kendi kendini tecridin, karantinanın
ve sosyal mesafenin işe yaraması için gerekli toplumsal sermayeye ve karşılıklı
desteğe sahipler.”
Gill
yazısının sonunda diyor ki, “COVID-19 aşıları hâlihazırda uygulanırken, 2019
veya 2016’nın işlevsiz normaline geri dönmek için anlaşılabilir bir arzu var;
ancak bu ham bir hayal. Siyah kuğular, iklim kaosu, ayaklanmalar ve devrimler
bir süre daha yeni normal olabilir. Biden balayı sona erdikten sonra, özel
zenginlik yerine eşitlik ve halk sağlığına değer veren bir sosyal düzen için
mücadele, muhtemeldir ki Schiedel’in atlılarının sırtında yürüyecek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder