AMERİKAN REJİMİNİN BEŞ KRİZİ
Michael Lind (Austin’deki Texas Üniversitesi’nde Uygulama Profesörü, Tablet dergisinde köşe yazarı ve Yeni Amerika düşünce kuruluşunda araştırmacı.)
Tablet Magazine, 7.1.2021
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Fikir Turu web
sitesinde 14.1.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/jeo-strateji/amerikan-rejiminin-5-krizi/
İngilizcesi
“The Five Crises of the American Regime” başlığıyla yayınlanan yazıyı
okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: ABD Kongresi’nin basılması, kökeni on yıllardır uygulanan hangi politikaların sonucu. Görünürdeki bu krizin ardında, hangi görünmez krizler var? Kongre basmaya giden yoldaki siyasi kriz, kimlik krizi, toplumsal kriz, demografik kriz ve iktisadi kriz nasıl ele alınmalı?
6
Ocak’ta Trump taraftarlarının ‘demokrasinin mabedi’ Amerikan Kongresi’ni
basması, sırf kaybetmekten hoşlanmayan bir başkanın koltuğu bırakmamak için
taraftarlarını sokağa dökmesiyle açıklanamaz. Dünyayı şoke eden bu baskının
ardında on yılların birikmiş ve iç içe geçmiş krizleri var.
İşte
bu krizleri, Texas Üniversitesi öğretim üyesi ve Yeni Amerika düşünce kuruluşu
araştırmacısı Prof. Michael Lind, 7 Ocak’ta Tablet dergisi
için kaleme aldığı “Amerikan Rejiminin Beş Krizi” başlıklı yazısında
değerlendirdi. Lind’in daimi yazarlarından olduğu Tablet, 2009’da
kurulan Amerikan Yahudilerinin haberlerine, düşünce ve kültür dünyasına
odaklanan çevrimiçi bir dergi.
Lind
yazısına başlarken “Son sekiz ayda iki Capitol Hills düştü. İki şok edici olay
da Amerika’nın yönetici sınıfının yetkilerini kullanmayışını sembolize ediyor;
bu yetkilerinden el çekme, -abartılı olmakla birlikte- ABD’nin bugünkü haliyle
ağır çekim parçalanması olarak nitelenebilecek sürece yol açtı.” diyerek biri
ülkenin kuzeybatısında Washington eyaletindeki Seattle’da, diğeri ülkenin
doğusundaki başkent Washington D.C.’de bulunan iki Capitol Hills’te yaşananları
şöyle anlatıyor:
“İlki,
8 Haziran 2020’de Seattle polisi, Capitol Hill semtindeki East Precinct
binasını tahliye ettiğinde meydana geldi. Solcu isyancılar polis merkezlerine
baskın düzenleyip yağmalamıştı” diyerek, 25 Mayıs’ta George Floyd’un polis
tarafından öldürülmesi üzerine ülke çapında başlayan protestolar sırasında
Seattle yönetiminin 24 gün boyunca kendilerini devrimci olarak tanımlayanların
-‘polisi lağvetme’ düşünün dışavurumu olarak (…)- anarşist bir komün
oluşturmalarına izin verdiğini hatırlatıyor.
“6
Ocak 2021’de ABD’nin seçkinleri bir başka Capitol Hill’i isyancılara terk etti.
Başkan Donald Trump’ın, Joe Biden’in başkanlığı kendisinden çaldığını iddia
ettiği kışkırtıcı konuşmasında tabanını galeyana getirdikten sonra sağcı
radikal bir çete, Kasım ayındaki seçim sonuçlarının onaylanmakta olduğu ABD
Kongre Binası’na zorla girdi. Tıpkı Haziran’da Seattle liderlerinin yaptığı
gibi, Kongre liderleri de makamlarını bırakıp kaçtı.”
Yazar,
her iki olayda da meşru otorite ve zorlayıcı düzen güçlerinin bir süreliğine
kayıplara karıştığını belirtiyor. Demokratlar da, Cumhuriyetçiler de birbirini
cumhuriyeti yıkmakla suçluyor. Lind ise her iki parti liderlerinin de
rakiplerine karşı anarşist çeteleri bir silah olarak kullandığını ve çetelerin
şiddetini hoş gördüğünü vurguluyor.
“Bir bina, uzunca bir süre kendi içinden çürüyebilir, ta ki bir deprem veya yangın yapısal çürümenin derinliğini ortaya dökene kadar. COVID-19 küresel salgını ve müteakip sokağa çıkma yasaklarının ürettiği iktisadi felaket, hiç şüphesiz Amerikan rejiminin mevcut krizinin zamanlamasını etkiledi.” diyen Prof. Lind, bugünkü krizin gerçek nedenini ise tek tek ele aldığı şu beş ayrı krizin kesişmesinde görüyor: Siyasi kriz, kimlik krizi, toplumsal kriz, demografik kriz ve iktisadi kriz.
Siyasi
kriz
Yazar,
siyasi krizin iktidarın az sayıdaki hırslı seçkin hizbin ve zümrenin elinde
merkezileşmesinden kaynaklandığı görüşünde. 1970’lerde Amerikan siyasi
sistemini demokratikleştirmek için kabul edilen önseçim reformunun ‘geri
tepmesi’yle birlikte yaşanan dönüşümü şöyle anlatıyor:
“1830’lardan
1970’lere kadar iki büyük parti, her biri birer eyalet ve yerel parti örgütleri
federasyonu olan daha küçük de facto partiler
koalisyonuydu. Partilerin çoğulcu taban federasyonlarından müteşekkil doğası,
ulusal düzeyde siyaset yapanların özerkliğini sınırlıyordu. Aynı zamanda parti
patronları tarafından seçilen ve oybirliğiyle yönetmek zorunda olan başkanların
ve kongre liderlerinin gücünü de sınırlıyordu.
1970’lerde
yanlış varsayımlarla parti içi önseçimlerin benimsenmesi yüzünden (…) bugün
Amerikalı siyasetçiler, parti ön seçimlerinde oy kullanmak için boy gösteren
çeşitli türden az sayıdaki fanatik tarafından seçilme eğiliminde. Ulusal
partilerin kendileri, artık işleyen örgütler değil, Donald Trump’ın başarıyla
ele geçirdiği ve bir başka aykırı tip olan [kendisini demokratik sosyalist
olarak tanımlayan ve iki kere Demokrat Parti’den başkanlık ön seçimlerine giren]
Bernie Sanders’ın da ele geçirmesine ramak kalan birer markadan ibaret. (…)
Aynı
zamanda partiler taban federasyonlarından oluşma vasfını yitirdiğinden ABD’de
siyaset ulusallaşmış durumda. Artık muhafazakâr Alabama Demokratları veya
liberal Connecticut Cumhuriyetçileri yok. Her partideki resmî görüş ulusal
liderler ve bağışçıları, kamuoyunu yönlendiren akıl hocaları ve gözde gazeteciler
tarafından belirleniyor. Yerel gazeteciliğin çöküşü, çoğu Amerikalının artık
şehir ve eyalet yönetimleri hakkında haber almaması anlamına geliyor. Şehir
meclisi veya eyalet yasama meclisleri yarışlarında ulusal partizan kimlikler
giderek daha fazla belirleyici oluyor.”
Lind,
artık her iki partideki siyasetçilerin artan güçlerini, diğer partinin
varlığını -ulus için bir tehdit varsayarak- gayrimeşru kılmak için kullanmayı
tercih ettiğini de anlatıyor. “Tırmanma döngüsünü 1990’larda Cumhuriyetçiler
başlattı.” diyen yazar, iki parti uzlaşısı fikrini reddedip Cumhuriyetçileri
Demokratların tercih ettiği her şeyin tam zıttı olarak sunan ve Demokratları
tamamen engellenmesi gereken düşmanlar olarak gören Newt Gingrich’i bundan
sorumlu tutuyor. Bugün Demokrat Nancy Pelosi ve Chuck Schumer’ın da
cumhuriyetin nezaket normlarını tıpkı Gingrich kadar tahrip ettiğini; Demokrat
tabanı, Trump’ın Beyaz Saray’a Rusya Devlet Başkanı’nın 2016 seçimlerine
müdahalesiyle yerleştirildiği komplo teorisine inanmaya teşvik ettiğini
hatırlatıyor. Nasıl ki 1990’larda Cumhuriyetçiler Monica Lewinsky skandalını
Bill Clinton’ı azletmek için bir silah olarak kullandıysa bugün de bir
benzerini Demokratların Trump’a karşı yaptığını belirtiyor.
Yazar “Amerikan toplumunun tepesinde elinden geleni ardına koymayan bir seçkinler arası kan davası döngüsü tırmanırken, Trump’ın kitlesel seçim sahtekarlığına ilişkin yalanları ve mafyavari eylemi dolaylı olarak teşvik etmesi, Demokratların Cumhuriyetçilere karşı kullanabileceği yeni bir silaha önayak oldu.” diyor.
Kimlik
krizi
ABD
dendiğinde zihinlerimizde çeşitli ırklardan ve milletlerden insanların
kaynaştığı bir ülke canlanıverir. Yazar Lind ise ABD’nin on yıllardır yaşadığı
kimlik krizini, Amerikan toplumunu bir arada tutan tutkalın yokluğunu, kurgusal
milliyetçiliklerin kışkırtılmasının sonuçlarını şöyle anlatıyor:
“Amerika’nın
partizan liderleri de, onların militan takipçileri de artık ortak partiler
arası dayanışma duygusu ve Amerikan vatanseverliği ile dizginlenemiyor. On
yıllardır Rush Limbaugh ve Pat Buchanan gibi Cumhuriyetçi demagoglar
Cumhuriyetçi seçmene Demokratların Amerika’yı yıkmak isteyen ‘sosyalistler’
ve [feministleri Nazilere benzeterek aşağılamak için kullanılan] ‘feminaziler’
olduğunu söylediler. Demokratlara gelince, onların pek çoğu da (…)
Cumhuriyetçilere oy veren seçmenin yarısını mütemadiyen ‘diktatörlük yaratmaya
ve beyaz olmayan insanlara yeniden ayrımcılık yapmaya niyetli beyaz
milliyetçiler’ olarak tanımlıyor.
Her
iki elitin propagandası, -ortak bir Amerikan anlatısının yokluğunda- halk
arasında takipçi buluyor. Siyah Amerikalıların, Hispaniklerin, Yerlilerin ve
Asyalı Amerikalıların yok sayıldığı eski uzlaşılmış Amerikan tarihi
anlatısı, [1950’ler ve 1960’larda yaşanan] Sivil
Haklar Devrimi ile birlikte artık ırkçı-ayrımcı toplum sonrasının (post-apartheid society) ulusal hikayesi olarak
işlev göremezdi. Ne yazık ki her iki partinin de paylaşabileceği herhangi bir
yeni ulusal hikaye eski anlatının yerini alamadı.
[Her
ikisi de Trump yanlısı, dini TV programları yapan rahipler] Jerry Falwell ve
Pat Robertson ile ittifak halinde ana akım sağ, bir nesil boyunca, eski moda
Anglo-Amerikan veya beyaz milliyetçiliğini Hristiyan birliği yahut tek tanrıcı
dini milliyetçilikle değiştirmeye çalıştı. Gerçek Amerikalılar ‘inanç ehli’
idi. Ancak aşikâr ki bu, örtülü bir Güneyli beyaz Protestan evanjelik
kimlikçiliğinden ibaretti ve Katolikleri, Yahudileri ve diğer dinî grupları
yahut beyaz olmayan Amerikalıları cezbedemedi.
1970’lerde
liberal sol ise ortak bir ulusal kimlik fikrini terk ederek keskin hatları olan
ırksal çok-kültürlülüğü benimsedi. Bu anlayışa göre ABD, -hiçbir zaman samimi,
yüz yüze ve sahici olmamış- mensupları sadece ve sadece solculuk ortak
paydasında buluşan ‘kadınlar’ veya ‘LGBTQ’ gibi soyut kategorilerden müteşekkil,
birbirinden yalıtılmış ‘milliyetler’den ve ‘topluluklar’dan oluşmakta. (…)
Entelektüeller tarafından üretilen ve -toplumsal bakımdan kendi takipçilerinden ziyade birbirleriyle çok daha fazla benzerliğe sahip olan zengin, iyi eğitimli, hırslı seçkinler tarafından utanmazca manipüle edilen bu kurgusal milliyetçilikler, birbirini kışkırtıyor ve güçlendiriyor. Kampüs solunun zehirli dilini benimseyen ana akım ilericiler, yaşlı beyaz Amerikalıları ‘yerleşimciler’ olarak anlamsızca karalamaya başladıklarında buna karşı genç beyaz erkek sağcı radikallerin kovboy şapkaları veya geyik derisi giymeye başlamaları an meselesiydi. Boşaltılmış Kongre salonunda üstü çıplak dövmeli bir erkek isyancının adeta Roma harabelerinde kafası hayvan kürklü bir Cermen barbarını andıran çarpıcı fotoğrafı, vatanseverlik sonrası (post-patriotic) ikonografi savaşlarının tırmanmasının mantıksal bir sonucu.”
Toplumsal
kriz
Yazar
Lind, ABD’deki toplumsal krizin kökenleri ve yabancılaşmış genç kitlenin zengin
siyasetçiler tarafından nasıl birer silaha dönüştürüldüğü konusunu anlatırken
önemli noktalara parmak basıyor:
“Kökleri
gerçek topluluklara -yani geniş ailelere, mahallelere, meslek odalarına, dinî
cemaatlere- dayanan insanlar, devlet dairelerinin kontrolü için savaş veren
uzak seçkinler tarafından konuşlandırılan partizan ordularında iyi birer nefer
olamazlar. (…)
Siyasi
orduların doğal kaynakları, soyutlanmış bireyledir. İdeolojileri çeşitlilik
göstermesine ve farklı siyasi savaş ağaları tarafından devşirilmelerine rağmen,
Siyahların Hayatı da Değerlidir (BLM) adına mağazaları ve ofisleri kırıp döken
gençler, militan MAGA [ABD’yi Yeniden Büyük Yapın
sloganını benimseyen Trumpçı] emsalleriyle ortak bir toplumsal
köksüzlüğü sıklıkla paylaşıyorlar. Evli ve çocuklu, istikrarlı işleri ve
ipotekli kredi ödemeleri olan 20’li yaşlardakilerin Seattle’daki veya
Washington’daki Capitol Hill’i basmaları muhtemel değildir.
Sosyal anominin yükselişi sosyal (aslında antisosyal) medyayla birleştiğinde, savaşan siyasi hiziplerimiz, ülkenin herhangi bir yerindeki yabancılaşmış, çoğunlukla genç militan çetelerini kısa sürede seferber edebilir durumda; tıpkı alenen Trump’ın ya da sahne arkasından ihtiyatlı bir şekilde Demokrat bağışçıların ve siyasetçilerin finanse ettikleri yerel STK’lar üzerinden yaptıkları gibi… Başlangıçta zevk için kullanılan ama bir anda kalabalıklaşan bu güruh, şimdilerde malikaneleri, apartman daireleri veya ofislerinin konforunda iş tutan Demokrat ve Cumhuriyetçi parti liderleri tarafından sokak savaşı için birer silaha dönüştürüldü. Demokrat sokak orduları -kıyı şeridinde yaşayan zenginlerin ülke çapında sahnelenen protestolarda gözaltına alınan solcu isyancıları ve yağmacıları hapisten çıkarmasını sağlayan ulusal kefalet fonu ağları sayesinde- çok daha sofistike olup daha az gelişmiş ve fakat giderek militanlaşan sağcı alternatiflerine kıyasla çok daha fazla şirket ve finansal sektör desteğine sahip.”
Demografik
kriz
Yazara
göre, “Sınırsız partizan savaşı için soldan ve sağdan harekete geçirilebilen
20’li ve 30’lu yaşlardaki evlenmemiş ve çocuksuz genç Amerikalıların yükselişi,
çok daha büyük bir demografik krizin parçası.”
Demografik
kriz bağlamında yazar, nüfusun azalmasını ve göç konusunu ele alıyor.
Nesillerin azalmaması için bir milletin kadın başına 2,1 çocuk doğurganlık
oranına sahip olması gerektiğini, ABD’de genel doğurganlık oranının 2007’de
2,12 iken 2017’de 1,77’ye düştüğünü, pandemi ve iktisadi sonuçlarının bu oranı
daha da düşürebileceğini belirtiyor. Ve bunun sadece bir bireysel tercih
meselesi olmadığını vurguluyor.
Göç konusuna gelince yazar özetle diyor ki “Teorik olarak göç, her nesilde yerli (ve vatandaşlık almış göçmen) doğumlarındaki eksikliği ikame edebilir. Ancak göçmenlikle ilgili meşru ve gayrimeşru endişeleri istismar eden Trump gibi demagogların yükselişinin de gösterdiği üzere geniş ölçekli göç siyaseti tahrik edicidir.”
İktisadi
kriz
İktisadi
kriz bağlamında Lind, Amerikan iş dünyasını ve takip edilen neoliberal
politikaları şöyle eleştiriyor:
“Değerler
de bir rol oynamakla birlikte, ABD’de çiftlerin niyetlendiklerinden daha az
çocuğa sahip olmasının başlıca nedeni, geciken evlilikler olup bunun da başlıca
müsebbibi gençlerin yaşadığı iktisadi güvensizlik. Maalesef Amerikan iş
dünyası, erken yaşta evliliği ve aile kurmayı ve bundan mütevellit toplumsal
istikrarı zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor.
1970’lerden
beri gerek neoliberal Demokratlar gerekse liberter muhafazakâr Cumhuriyetçiler
tarafından teşvik edilen Amerikan işletme stratejisi, işçiler için emek
tasarrufu sağlayan teknoloji ikamesiyle değil, maliyetleri azaltmak amacıyla
üretimi diğer ülkelerdeki düşük ücretli işçilere yaptırmak ve et paketleme,
inşaat ve tarım işçiliği gibi bazı sektörlerde düşük ücretlerle çalışmaya razı
vasıfsız göçmenlere dayanan bir sistem oldu. Amerikan iş dünyası ayrıca (…)
özel sektördeki sendikaları tarumar ederek ücretleri düşürdü. Bir başka ücret
baskılama taktiği ise ilave sosyal destekler verilen tam zamanlı çalışanları,
daha düşük ücretli ve sosyal desteksiz yarı zamanlı sözleşmelilerle veya geçici
işçilerle değiştirmek oldu. (…)
Geçtiğimiz
on yıllarda ABD ekonomisinin ürettiği işlerin çoğu düşük ücretli olageldi. Bu
durum kısa sürede değişmeyecek. (…) 1990’larda imalat sektöründe iyi ücretli
sendikalı işleri kaybedenlerin çoğunlukla ‘bilgi ekonomisi’nde yeni ve daha iyi
ücretli işler bulacağına dair tahminleri hatırlıyor musunuz? İşler böyle
yürümedi.
Dengesiz,
berbat, düşük ücretli işleriyle yeni ekonomiden kadınlar da, erkekler de
muzdarip. Ancak günümüz Amerika’sında ataerkilliği suçlamak kronolojik bakımdan
hatalı. LinkedIn’e göre, kadınların işe alınma ihtimali erkeklerden %16 daha
fazla ve yine kadınların yeni işinin mevcut konumundan daha yüksek olma
ihtimali %18 daha çok. Bugün üniversitedeki kadınların oranı (%57) erkekleri
(%43) geçiyor. Amerikan yönetici sınıfının yeni norm olarak teşvik ettiği çift
gelirli ailelerde boşanmayla bağlantılı temel faktörlerden biri, kadının
kocasından daha fazla para kazanması.
Hangi
gelişmişlikte olursa olsun pek çok farklı toplumda, siyasal şiddet ile işsiz
veya hak ettiği işlerde istihdam edilmeyen genç erkeklerden oluşan nüfusun payı
arasında bir korelasyon vardır. Federal hapishanelerdeki mahkûmların %93,2’si
erkek ve yalnızca %6,8’i kadın; bu oranlar eyaletler ve yerel düzeyde de
benzer. İlerici söylem polisine bakılırsa cinsiyet farklılıkları hakkında
konuşmamalıyız; ancak erkeklerin daha büyük şiddete başvurma doğal eğilimini
görmezden gelen hiçbir toplum fazla uzun süre ayakta kalamaz. (…)”
Michael
Lind yazısının sonunda “Peki ne yapmalı?” sorusuna şu cevabı veriyor: “Son kitabım Yeni Sınıf Savaşı: Demokrasiyi Yönetici Elitten
Korumak (The New Class War: Saving Democracy from the Managerial Elite) ve
diğer yazılarımda da tartıştığım üzere, çökmüş olanın yıkıntıları üzerinde yeni
bir Amerika’yı nasıl inşa edeceğimiz konusunda kendime ait düşüncelerim var.
Ancak ABD’nin zahmetli yeniden inşası, -tabii eğer gerçekleşirse- birkaç neslin
çabasıyla olacak ve meydan okuma, on maddelik planlar ve Powerpointlerle
çözülecek türden değil. Her şeyden evvel, bir dizi tarihî önemi haiz Amerikan
rejimindeki en son çöküşün nedenleri üzerinde bir mutabakata varmalıyız. Bu makale
işte bu tartışmaya bir katkı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder