UZUN SEÇİM MEVSİMİ AKABİNDE TUNUS YA YENİ BİR DEVRİM EVRESİNDE YA DA BİR
BELİRSİZLİK SÜRECİ ARİFESİNDE
Abdelhamid Jlassi (Tunuslu bir siyasetçi ve
araştırmacıdır)
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme, Al Sharq
Forum web sitesinde 24.10.2019 tarihinde
yayınlanmıştır. https://research.sharqforum.org/2019/10/24/uzun-secim-mevsimi-akabinde-tunus-ya-yeni-bir-devrim-evresinde-ya-da-bir-belirsizlik-sureci-arifesinde/?lang=tr
Makalenin Türkçe PDF’sine, Arapça
orijinaline ve İngilizce tercümesine yine Al Sharq Forum’dan ulaşabilirsiniz.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri
kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet
Tunus, Ağustos ayı sonlarında başlayıp Ekim ayı
ortasında nihayete eren uzun bir seçim mevsimi yaşadı. Bu seçimler sadece
devlet kurumlarını yenilemekle kalmadı, aynı zamanda ülkeyi bambaşka bir
aşamaya sokan bir deprem etkisi de yaptı. Bu makale, birçok unsuru tartışarak
Tunus’ta demokratik dönüşüm tecrübesinin geleceğine ışık tutmayı amaçlıyor. Bu
unsurlardan en önemlileri şunlar: yeni meclis haritası, seçim sürecinin en
önemli mesajları, gelecek aşamanın meydan okumaları ve muhtemel senaryolar.
Makale, Tunus’un şu an başarı şansı ile başarısızlık ihtimalinin eşit olduğu,
zorluklara rağmen başarı ihtimalinin ağır bastığı bir eşikte bulunduğu sonucuna
varıyor.
Meclis Haritası: Muhtemel Oluşumlar ve
İddialar
Genel görünüm
Önceki meclisin etkili güçleri, özellikle de Nida
Tunus ve Halk Cephesi mevcut mecliste yok. Seçimin ana bloklarının (yani
muhafazakârlığın ve modernizmin) ağırlığını ve aralarındaki dengeyi koruduğunu;
zira hâlihazırda Nahda Partisi, Onur Koalisyonu, Rahmet Partisi ve bazı
bağımsızların çıkardığı toplam milletvekili sayısının 2011’de Nahda
Hareketi’ninkiyle aşağı yukarı aynı olduğunu, benzer şekilde Tunus’un Kalbi,
Özgür Anayasa Partisi, Yaşasın Tunus, Tunus Projesi, Alternatif Parti ve Nida
Tunus’un aldığı sandalye sayısının da 2014’te Nida Tunus’unkiyle neredeyse eşit
olduğunu söylemek riskli olabilir.
Halk Cephesi ve Gidişat Partisi’nin aldığı sonuç,
ülkedeki büyük değişimlere ayak uyduramayan Sol modelin –çok büyük ihtimalle–
sonuna gelindiğini gösteriyor. Sonuç, seçim barajını içeren bir seçim kanununun
kabul edilmesiyle daha da zorlaşacaktı, ki ülke buna doğru gidiyor. Geleneksel
Sol seçmen, bu seçimlerde Demokratik Akım’a ve Halk Hareketi’ne yönelmiş
olabilir.
Bu açıdan bakıldığında, yaşanan, –daha geniş ve
kapsamlı hareket içinde bir alt hareketliliği işaret eden– her aile içinde bir
tür yeniden konumlanma olup bu ayrı bir analiz konusu.
Ancak daha önemlisi, artık şu veya bu partinin
tekeline aldığı sadık bir seçim bölgesi yok. Muhafazakâr veyahut modernist
sınıfın tek meşru temsilcisi söylemi de sona erdi; hatta her aile içinde en
büyük ağabey söylemi de bitmek üzere. Şu temel soruyu sormak gerekebilir: Acaba
aile kavramı hâlâ sahada olan biteni açıklama gücüne sahip mi?
Sayı ve etki bakımından ise meclisi, yedi siyasi güç
(Nahda, Tunus’un Kalbi, Demokratik Akım, Onur Koalisyonu, Özgür Anayasa, Halk
Hareketi ve Yaşasın Tunus Hareketi) ve diğerlerinden müteşekkil bir mozaik
olarak görebiliriz.
Siyasi sahnenin detayları
1. Nahda Hareketi (217 sandalyeli mecliste 52 sandalye kazandı ve
bunlardan 23’ü bakiye sistemi[1] sayesinde elde edildi.)
Yöneticileri ve direnişçileriyle 2011 öncesi sistemden
geriye kalan tek siyasi parti ve yine devrim sonrası partiler arasında en az
hasar alanı. Bu da hem gücünün ana kaynakları olan –ortak mücadele tecrübesinin,
fikri zeminin, örgütsel kapasitenin, parti tüzüğündense cemaat kültürüne daha
yakın olan dinamizm kültürünün desteklediği– toplumsal gerçekliğin siyasi bir
ifadesi olması hem de alışma ve uyum sağlama kabiliyeti sayesinde.
Ancak bu özellikler şu an iktidar imtihanından
geçiyor. Nahda ya nevi şahsına münhasır ya da tipik bir siyasi parti olmak
arasında bir kimlik imtihanıyla yüz yüze. Dahası, Nahda’nın seçmen tabanı sekiz
yıldır mütemadiyen daralıyor.
Demokrasilerde partilerin seçmen tabanının daralması
şaşılacak bir şey değildir. Seçmenlerin çoğu, doğal olarak değişimi arzular;
kriterleri de vaatlerin yerine getirilmesi ve belirli bir imajın korunmasıdır.
Siyasette algı gerçekliktir. Bu nedenle demokrasilerde seçmen tabanı, tıpkı
akordiyon körüklerinin genişleyip daralması gibi değişim gösterir. Ancak
Nahda’nın son yıllarda maruz kaldığı imtihan, performans ve sonuca ulaşma
kriterinin ötesine geçip hareketin imajı veya kimliğine uzandı. Devrimden bu
yana Nahda’nın karşısına çıkan en büyük ikilem, bütün direniş hareketlerinin
direniş ve protesto alanından inşa alanına geçişte yaşadığıydı: Entegrasyon
politikası ile değişim vazifesi, devlet ile devrim nasıl birbiriyle uyuşacak;
hareketin devrimciliği, devlet ve iktidarla nasıl bağdaşacak? Hareket payı pek
olmayan bir ülkede, kriz içindeki bir bölgesel ve –İslami referanslara
bağlılığın ürküttüğü– uluslararası bağlamda her türlü kısıtlama karşısında
kendi karakterini, ilkelerini ve seçmen tabanına bağlılığını nasıl koruyacak?
Seçmen tabanının daralmasından daha tehlikelisi, seçim
sonuçlarının, Nahda’yı iktidara devleti değiştirmesi veyahut devletle değişmesi
için “yollayan” seçmenin vardığı yargıyı göstermesi: Devletin etkisine boyun
eğdi ve değişim eğilimini ve halkıyla bağını yitirdi. Tabanın ve liderliğin
Nahda’sı arasında oluşan boşlukla birlikte krizin bizzat hareketin kendi içinde
yaşanma ihtimaline hiç girmiyoruz bile.
Bu bağlamda seçim sonuçları mayınlı bir hediye olarak
yorumlanıyor; ama aynı zamanda Nahda’nın durumu telafi etmesi, hâlini düzeltmesi,
beklentilerini açıklığa kavuşturması ve –önünde fazla bir hareket payı olmadan–
performansını iyileştirmesi için doğan yeni bir fırsat. Ayrıca tekdüzeliğin
zararının, ülke ve insanlarının kötü şartlarının farkına varmak ve farklı bir
yoldan düşünmek için de bir fırsat.
2.
Tunus’un
Kalbi (20’si bakiye sistemiyle olmak üzere
38 sandalye)
Tunus’un özellikle 2014 seçimlerinden sonra ilgi
duyduğu yeni siyasi yüzlerden biri. Ancak bu parti, iç birlikteliğin asgari
gereklerinden bile yoksun ve –parti başkanının fiziki varlığını sürdürmesi
dışında– istikrar ve süreklilik dinamiklerine sahip değil. Bu nedenle –genel
başkanı Nebil el-Karuvi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesinden sonra
ve muhtemel sonu gelmez adli kovuşturmalar karşısında– parti kan kaybedecek ve
milletvekillerinin ekseriyeti, kendisine Yaşasın Tunus ve Anayasal Parti’ye
geçmek veya bağımsız kalmak gibi yeni limanlar arayacak. Yaşasın Tunus tercih
edilen istikamet olacak, özellikle de Genel Başkan Yusuf eş-Şahid yeni
hükümetin kuruluş pazarlıklarında konumunu güçlendirmeye çalışırken…
3.
Demokratik
Akım (20’si bakiye sistemiyle olmak üzere 22
sandalye)
Yıllardan beri ilk gençlik partisi olma imajına
yatırım yapmış bir oluşum. Cumhurbaşkanı Munsif Merzuki’nin hatalarından,
Nahda’nıın tereddütlerinden ve Halk Cephesi’nin donukluğundan istifade ederek
Mayıs 2018’deki yerel seçimler sırasında akıllıca bir sonuç elde etmeyi
başardı. Ancak Mirasta Eşitlik Kanunu ile konumunu tehlikeye attı ve
muhafazakâr tabanının bir kısmını kaybetti. Buna mukabil ilkeli olmayı
destekleyen ve seçim nedeniyle taviz vermeyi reddeden seçmen tabanının bir
kısmını kazandı. Keza seçim kanunundan da istifade etti.
Ancak hükümete katılımı savunan bir grup ile –muhtemel
bir erken seçime hazırlık mahiyetinde– “sistem”in bir parçası gördüğü Nahda’dan
daha fazla ayrışmaya çalışan diğer grup arasındaki uyuşmazlıklarla bölündü.
Parti liderliği, muhalefet olmayı seçmek veyahut hükümete katılmak için
içişleri, adalet ve idari reform bakanlıklarını şart koşmak gibi çeşitli
teklifler sundu. Bu, daha azını elde edebilmek için azaminin istendiği pazarlık
stratejisinin bir parçası olabilir. Veya hükümete katılmamanın sorumluluğunu
Nahda’ya yüklemek için bezdirmek veyahut –partinin alametifarikası ve varlık
nedeni saydığı– yolsuzlukla mücadele dosyasında başarı garantisini elde etmek
çerçevesinde de değerlendirilebilir. Bu yüzden Demokratik Akım’ın konumu, hem
bu iç çatışmanın sonucuna ve Nahda’nın onunla muamele biçimine, hem de
koalisyonun taraflarına, başbakanın şahsiyeti ve aidiyetine ve hükümetteki
isimlere göre belirlenecek.
4.
Onur
Koalisyonu (20’si bakiye sistemiyle olmak üzere
21 sandalye)
Seçimlerden önce kurulan yeni bir koalisyon olup henüz
kazanımını sağlamlaştırmış değil. Bu oluşumun yönetim ve kurumsallaşma
biçimiyle ilgili kuruluş ihtilaflarıyla bölünmüş durumda. Ayrıca koalisyon
unsurlarından bir kısmının medya, sendika ve etkili uluslararası çevrelere
yönelik eski tutumları nedeniyle koalisyon hükümeti için bir sıkıntı olabilir.
5.
Özgür
Anayasa Partisi (14’ü bakiye
sistemiyle olmak üzere 17 sandalye)
Devrimden önce iktidardaki Anayasal Demokratik Birlik
partisinin bağnazlarından kalanları içine alan bir birliktelik olup varlığı ve
yayılması Nahda Hareketi’ne muhalefet temeline dayanıyor. Ayrıca seçim
kampanyası sırasında Tunus’un Kalbi ve parti genel başkanı hakkında şüpheler
ortaya çıkması üzerine bazı seçmenlerin tercihlerini değiştirmesinden de
istifade etti. Bu parti, Nahda Hareketi’nin yöneteceği veyahut içinde yer
alacağı bir hükümete katılmayı reddediyor. Benzer şekilde Özgür Anayasa
Partisi’yle ortaklığa, sadece Nahda değil, muhtemel tüm koalisyon ortakları
karşı çıkıyor.
6.
Halk
Hareketi (15’i bakiye sistemiyle olmak üzere
16 sandalye)
Nasırcı eğilimi ağır basan Arap milliyetçisi bir
hareket olup seçim sisteminden çok iyi bir şekilde istifade etti. Hem
İslamcılar ile Arap milliyetçileri arasındaki tarihi ihtilaflar hem de
kurucularından ve liderlerinden biri olan Muhammed el-Brahimi’nin, troyka
hükümeti sırasında [2013 yılında] suikasta kurban gitmesi nedeniyle Nahda Hareketi’yle
koalisyon konusundaki tavrı belirsiz. Bu nedenle Nahda’yla koalisyon imkânı,
hem hareketin bu dosyayı ele alma biçiminden hem de başbakanın aidiyeti ve
şahsiyetinden ve verilecek bakanlıklardan etkilenecek.
7.
Yaşasın
Tunus (tamamı bakiye
sistemiyle olmak üzere 14 sandalye)
Başbakan Yusuf eş-Şahid’in partisi olup geçtiğimiz
Mart ayında kuruldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde alınan sonuç, devlet
kaynaklarından istifade etmeye ve medyayı kendi yararına çekmeye çalışan parti
yönetimini şok etti. Parlamento seçimlerinin sonucu ise, cumhurbaşkanlığı
seçimleri hezimetinden sonra beklenen bir durumdu. Parti, Tunus’un Kalbi
bloğunun bir kısmını kendi saflarına çekmeye bel bağlayacak. Erken seçimlere
hazırlık olarak kendisini yeni bir temelde inşa etmeye veya sıradan kazanımlara
da yönelebilir. Eski düzende yolsuzluklara karışmış yüzlerden kurtulmaya ve
(Mehdi Cuma ve Afak Tunus gibi) liberal demokratik veya (Ettekettül ve
Cumhuriyetçi Parti gibi) toplumcu çevreden yeni yüzleri kendisine çekmeye
çalışabilir.
8.
Meclisin
Geri Kalanı (tamamı bakiye
sistemiyle seçilen 37 sandalye)
9.
Parti
Listeleri (26 sandalye): Bu küçük partilerin
bir kısmının Nahda Hareketi ve onunla koalisyona karşı marjinal bir duruşu
varken; bazıları yakınlaşabilir, hatta Yaşasın Tunus’la birleşebilir; bazıları
da Nahda’nın başkanlığında bir hükümete destek verebilir.
10.
Bağımsız
Listeler (11 sandalye):
Konumları, kişilikleri ve bağlantıları bakımından çeşitlilik gösteriyorlar. Bir
kısmının Nahda Hareketi’nin başkanlığındaki bir hükümete destek vermesi muhtemel
görünüyor.
Seçimlerin Gidişatıyla İlgili Dersler ve
Mesajlar
Dönemeç
2019 sonbaharındaki seçimlerin, öncesi ve sonrası diye
atıfta bulunulacak dönemeçlerden biri olduğu aşikâr. Öyle ki bu seçimler,
sınıfların ve bölgelerin bir isyanı, inisiyatifin geri alınması ve Tunus
devriminin bir yalan veya kapanan bir parantez olmadığının tasdiki. Tunus
pusulası, 2010 sonbaharından bu yana hürriyet, onur, adalet ve iyi yönetişim
hedeflerinden ve değerlerinden sapmadı. Yapılan tüm seçimler, bu ümit ve
taleplere erişmek için siyasi kaldıraç arayışından başka bir şey değildi. Her
defasında seçmen; partileri, örgütleri, medya kuruluşları, yöneticileri ve
muhalifleriyle yönetici elitin bütününe uyarı ve ihtar mesajları yöneltti. Bunu
sokaklarda protestolarıyla ve seçim sürecini boykot ederek veya –tıpkı 6 Mayıs
2018 yerel seçimlerinde olduğu gibi– iktidar ve muhalefet partileri dışından
alternatifler arayarak yaptı.
İstibdat devletinin rejimi gayesini 2010 Aralık’ında
tüketmişti ve toplumsal protesto ve siyasi direniş yoluyla tüm sessiz reform
girişimlerini köstekledi. Artık çözüm sokakların devrimindeydi. Devrimden sonra
sokaklar –özellikle de gençler ve dezavantajlı gruplar– kâh meydanlarda
gösterilerle kâh siyasi süreci ve sandığı boykot ederek rejime uyarı üzerine
uyarıda bulunmaya devam etti. Ancak yeni sistemin bu uyarılara kulak verip
gerekli değişiklikleri yapmak için ne aklı ne becerisi ne de iradesi vardı.
Seçim sandıkları halkın cevap bekleyişi bakımından 2010 Aralık’ının sokakları
yerine geçerken, 2019 sonbaharı, belki de sandıkların değerini ve
güvenilirliğini kanıtlaması için son bir fırsat.
Dikkat çekici husus, Tunus bağlamında “sistem”in
manasının değişmesi. Mayıs 2018 seçimleri öncesinde sistem, Ocak 2011
öncesindeki şartlarla bağlantılı mali, idari ve siyasi çıkarlar ağı ve güçleri
anlamına geliyordu. Şimdi ise devrimden evvel veya sonra etkili olan, ister
hükümette isterse muhalefette olsun, partili, sivil, medyatik, akademik ve
kültürel yansımalarıyla bütün yönetici elit anlamına geliyor. İşte böylelikle
karşımızda birleşik ve katmanlı bir eski sistem duruyor.
Çözülme veya yeniden dağılım
Ancak acaba seçim sonuçları bu sistemin –öncesi ve
sonrasıyla– çöktüğü veya sendelediği manasına mı geliyor? Kesin hükümler
vermekten sakınmalıyız. Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin her üç
aşamasında da seçmenlerin pusulası netti ve bunda –dikkate alınmayan ve gereği
yapılmayan beklentilerin geri dönüşü şeklinde– bir rasyonellik bulmak mümkün.
Gözlemciler Kays Said’in imajını çözmekte büyük bir zorluk çekmezler. Bu imaj,
her türlü finansal ve medya ehlileştirmesine karşı bir isyanı, sıradışılığı ve
devrimi sembolize ediyor; keza siyasi yapıda alışıldık hiyerarşik eğilim ve
davranışlara karşı da bir devrimi ifade ediyor. Burada –Kays Said’in nazarında–
siyaset, en aşağıdan yukarıya doğru ve yatay, katılımcı şekilde inşa ediliyor.
Bu, sembolik “hor ve hakir görülme”ye karşı bir devrim; tıpkı bu imaj, değer
pusulasını siyasete geri getirerek Filistin’i ve özgürleşme meselesini
sembolize ettiği gibi… Devrim, 2011 kışındaki ilk raundunda, toplumsal “hor ve
hakir görülme”ye karşı bir devrimdi; şimdi ise manevi ve sembolik “hor ve hakir
görülme”ye karşı bir devrim.
Buna mukabil, Nebil el-Karuvi’nin imajını çözmek çok
daha zor görünüyor. Yüzeysel yorum, bu imaj ile açlığı ve dilenciliği çözme
arasında bir bağ kuruyor ve –bilinçli veya bilinçsiz şekilde– seçmenler ile
bölgeler arasında aşağılayıcı şekilde kıyas yapıyor. Kimse bir milyon seçmenin
(seçmenlerin dörtte birinden fazlasının) bir hırsız veya mafya seçtiğini
düşünemez. Tablo görünenden çok daha karmaşık. Nebil el-Karuvi –insanların
tahayyülünde– devletin bıraktığı boşluğu doldurdu ve vatandaşların acil
meselelerinden uzak mücadelelere dalmış siyasetçilerin ilgilerinde ve
söylemlerinde bulunmayan sosyal hak ve kazanımlara işaret etti.
Bununla birlikte iki aday arasında ortak bir payda
var. Her ikisi de –insanların tahayyülünde– müesses nizamın dışından geliyor ve
toplumsal oluş ve devrim boyutlarını sembolize ediyor. Bu zaviyeden, Karuvi ve
Said’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalması sistemin bir
yenilgisi olarak görüldü; tıpkı Said’in ikinci turda – (bir hafta evvelki)
meclis seçimlerine katılmamış ilave bir milyon seçmeni sandığa çekip bu denli
büyük bir farkla– kazanması, ona biat ve sistemin kötü bir yenilgisi olarak
görüldüğü gibi… Ancak sistem, siyasi yüzeyden daha derindir; bu bakımdan
seçimle yeniden dağılım sürecine tâbi değildir ve sistemin işleyişini
değiştirmek uzun bir zaman alır. Direncini, her zaman olduğu gibi yine
örgütleyecek ve yeni bir siyasi yeniden yayılma süreci arayışına girecektir.
Bugünkü genel ruh hâli, Mart 2011’dekine benziyor ve
devletin yeniden inşası sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor. Ancak bu defa
parti veya kurumsal desteği bulunmayan ve fazla yetkisi olmayan bir
cumhurbaşkanına ve mecliste net bir çoğunluk elde edememiş bir birinci partiye,
istikrar arayan ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda mesajının
radikalliğini değiştiren bir seçmen ruh hâli eşlik ediyor. Zira o dönemde
Tunus, -parlamento seçimlerinde son derece bölünmüş ve omurgası olmayan bir
meclis ortaya çıkararak- rejime karşı isyan dalgasını sürdürmek ile ülkeyi
yönetilebilir kılacak bir nebze istikrar sağlayıcı bir meclis çıkarabilmek için
cezayı dengelemek arasında kaldı. Meclis seçimlerinde ikinci ihtimal tercih
edildi: Cezalandırma yaklaşımı devam etti ve bu bağlamda (Nida Tunus, Halk
Cephesi gibi) partiler ve siyasi bloklar ortadan kalktı, (Alternatif Parti ve
Afak Tunus gibi) diğer bazı partiler dramatik bir düşüş yaşadı; ama –teorik
olarak– istikrarlı bir hükümet çıkarmanın mümkün olduğu bir haritayla… En büyük
yetki, adeta mümkün olan güvenliğin alametini temsil ediyormuşçasına Nahda
Hareketi’ne verildi.
Nahda Hareketi ve entegrasyon ve değişim
denklemi
Nahda Hareketi’nin ikilemi, direniş hareketiyken
iktidar partisine dönüşen, devrim sonrası liderlik boşluğunu doldurmak için öne
çıkan en büyük direnişçi parti olması. Yönetimle çatışmaktan farklı alanlarda
ülke liderliğine katkı vermeye doğru giden yolculuğunda Nahda, mücadeleci
imajını kaybetmeden hareket kültüründe, devletle ve toplumla ilişkilerinin
içeriği ve niteliğinde derin bir dizi revizyona gitmek ve yine –tarihi mesajının
ve devrim sonrası aşamanın tabiatı gereği– değişimci özelliğini terk etmeden
büyük bir normalleşme sürecine girmek zorundaydı. Bu seçimlerde halk,
–seçmenlerin tahayyülünde– Nahda’nın değişim hareketi olmadığına, devlet
kurumlarının onu kontrolüne alıp uyumlulaştırdığına ve uygulamada (sisteme)
dahil olma gerekçesinin değişim görevine galebe çaldığına hükmetti.
Son dört yıldır Nahda’nın içinde, gerek koalisyon
ortaklarıyla ve cumhurbaşkanıyla siyasi ilişkileri idare etme, gerek toplumsal
ve kültürel konumlanma ve bununla bağlantılı yasama, yürütme ve yerel
faaliyetler(i), gerekse iç ilişkiler ve açılım, cemaatsel yayılma, gençlik vb.
bir dizi dosyayı yönetme şekli konusunda geniş tartışmalar yaşandı. Ancak
tartışmalardan galip çıkan taraf sistemin partisi imajını yerleştirdi. Bir
zamanlar gençlik ayağı ilerlemesinin lokomotiflerinden biri olarak görülen
Nahda, gençlerinden bir kısmını melez bir kültüre oturttu. Mücadele, adanma ve
çalışma kültürü ve eğitimi, -ahlaki bedeller ödeme pahasına- yeni olan “devlet
adamı” kültürüyle ve mevki edinme ihtirasıyla çekişti. Bu arada üniversite
gençliği ve genç işsizler direniş kültürüne yoğunlaşırken, Nahda içinde bu
grubun çıkarlarına yakınlık kültürü ile fırsatçılık kültürü ve etki
merkezlerinin gölgesinde kalma çekişmesi yaşandı. Nahda, özünde doğru ama
muhtevasında yanıltıcı ve çıkarımlarında yanlış başlıklarda karakterini
yitirmeye başladı ve çoğunlukla örgütsel mücadele konularına (uzmanlaşma,
Tunuslulaşma ve devletle normalleşme) boyun eğdi.
Nahda içindeki gençler örneklik ve model sıkıntısı
çekiyordu. Bu örneklik, “direnişçi” modelinden pragmatik modele doğru kaydı ki
bu da görünüş ve yüceltilme bakımından “devlet adamı” modeliydi. Gençler, örgüt
içi çatışmalara daldıkça ve (doğal bir şekilde merdiven basamaklarını tırmanmak
yerine asansöre atlayarak alelacele) iktidara yükselme akıllarını çeldikçe,
maddi ve duygusal olarak üniversitelerdeki ve sokaklardaki gençlerden koptular.
Bu gençler, artık Nahda Hareketi’ne benziyordu, kendi akranlarına değil.
Maalesef ki partiler çoğunlukla birbirinin tecrübesini tekrarlarlar. 1960’lar
ve 1970’lerdeki gençliğin de dönemin en büyük partisiyle benzer bir hikâyesi
vardı. Korkunç bir kavramsal kargaşa ve çarpıtma ortamında siyasetin bir hedef
olarak devletle münhasır ve partinin de yükselmenin tek aracı hâline
getirildiği bir dönemde Nahda, toplumu asıl ve devleti onun hukuki ve kurumsal
ifadesi olarak gören bir hareketten tamamen devlete oynayan bir yapıya dönüştü,
tıpkı burjuva versiyonu hem teorik olarak hem de meydanlarda kıyasıya
eleştirilen ve karşı konan Fransız Jakoben modeli gibi. Devrimciler çoğunlukla
kendisine karşı isyan ettiklerinin tecrübelerini tekrarlarlar. Diğer
partilerdeki ve büyük örgütlerdeki gençlerin hâli de Nahda’nın gençlerinin
hâlinden daha parlak değil. Ama kıyıda kalmış gençler fark yaratırlar.
Ayaklanmanın sadece nesilsel olduğunu ve gençlere dayandığını zannedenler
yanılıyorlar. Ayaklanmanın başlangıç yüzü bir genç değil, Kays Said’dir.
Ayaklanma, belli bir ahlak ve ilişkiler modeline karşı olup farklı nesiller ve
ekoller içine nüfuz etmiş durumdadır.
Neyse ki halk, Nahda’ya hatalarını telafi etmesi için
bir şans daha sundu. Halk, [Nahda’ya] açık olduğu, ancak onun köklerine ve
tarihine vefa duyduğu, devlet-tanrı ve elit-tanrı karşıtlığının artık bittiği
mesajını verdi. Ve yine halk dedi ki, tanınma ve kabullenilmenin ardından
ihtiras zararlıdır; demokraside en üst değerler, üstünlük veya standartlaştırma
değil hoşgörü, birlikte yaşama, diyalog ve en aşağıdan inşadır. Kurumlar içinde
veya kenarlarda gizlice iş tutan elitist azınlıkların diktatörlüğü bitti; halk,
milli öncelikleri toplumsal olanlar ve değerler doğrultusunda yeniden sıraladı.
Acaba Nahda, içeride derin reform savaşına girebilecek ve gerekli adımları
atabilecek mi? Acaba kazanan partiler fırsatı değerlendirebilecek mi? Kaybeden
partiler hatalarını telafi edebilecek mi? Manevra yapmak için herkesin önünde
fazla vakit ve geniş bir alan olmayacak.
Rastgele bir kabarma mı, yoksa yeni bir
dalga mı?
Devrimin başında, çıtayı yükselten ve taktik akılla
dolu sivil ve parti elitlerini rahatsız eden, kendiliğinden hareketlenen
sokaklardı, ta ki Mart 2011’den sonra kurumların devrimi devreye girene kadar.
Ardından aynı yılın Ekim ayındaki seçimlerin ertesinde kendiliğinden
hareketlenen sokaklar olgusu tamamen öldü ve kurumlar içinde partisel güç
dengelerinin çözemediği çatışmaların bir uzantısı hâline gelen fonksiyonel
sokaklara geri dönüldü. Cumhurbaşkanı Munsif el-Merzuki, mizacı ve vizyonu
itibarıyla sokakların kendiliğindenliğine en yakın kişiydi; ancak o da
kendisini cumhurbaşkanlığına getiren troyka hükümetindeki güçler dengesiyle
kısıtlanmıştı, ondan kopamazdı. 2014 seçimleri sonrasının şampiyonu ise merhum
Baci Kaid es-Sibsi idi. Sokakları tanımadığı gibi belki de küçümseyen,
manevracı bir siyasi uygulama zihniyetine sahipti. Bu manevracı taktiksel akıl
karşısında, ikinci ortak [Nahda’yı kastediyor], ülke için çokça kazanımlar sağlayan,
ama siyasi sürecin canlılığını ve rekabetçiliğini yitirten ve sokakları öldüren
bu süreçte kendisini aynı köşeye şıkıştırttı.
2019 seçimlerinden sonraki yeni aşamada siyasetçiler,
mücadeleci sokakları “Allah emeklerinizi zayi etmesin” diyerek yeniden hizaya
sokamayacak. Zira bu defa sokakların cumhurbaşkanlığı makamında bir destekçisi
var; cumhurbaşkanı, gücünü düşmanlarının zayıf noktası olarak gördüğü şeye
dayandırıyor, yani mecliste kendisine destekçi bir bloğun bulunmamasına.
Cumhurbaşkanı meclisi ve partileri mevcut baskıya maruz bırakacak; bu nedenle
siyasetin sokakları sakinleştirmesi onun çıkarına da vizyonuna da uymuyor.
Sokaklar fazla beklemeyecek, partileri izleyecek ve eski manevraları bırakmaya
sevk edecek. Bu çerçevede cumhurbaşkanı hükümetin kurulmasını hızlandırıcı bir
katalizör olabilir ve erken seçim bekleyenlerin heveslerini kursaklarında
bırakabilir. Keza parti sistemini, özellikle de klasik partileri –eğer ayakta
kalmak istiyorlarsa– yenilenmeye sevk edebilir. Köklü yenilenmenin ve dalgaya
ayak uydurmanın –yok olmak dışında– hiçbir alternatifi yok.
Seçmenlerin Talepleri ve Müteakip
Aşamadaki Meydan Okumalar
Tunus’ta yaşananlar büyük değişimler kategorisinde
olup onu, köklü değişimi gerekli ve acil kılmak için taleplerin ve beklentilerin
patlaması takip etti. Adeta sabır küpü çatladı. Başlangıçta devrimin sloganı
olan şeyleri hâlâ “halk istiyor” ve bu aynı zamanda yeni cumhurbaşkanı seçilen
Prof. Dr. Kays Said’in de sloganı.
O halde halk, köklü ve hızlı bir değişim istiyor.
İstihdam, yolsuzluğun ortadan kaldırılması, kamu işlerinin yönetimine daha
fazla katılım, farklı bölgeler ve toplumsal kesimler arasındaki uçurumların
kapatılmasını talep ediyor. Halk bunları istiyor; çünkü bu, devrimin ödenmemiş
borcuydu. Çünkü bu aynı zamanda adaylardan Kays Said’in “radikal kopuş
programı”ydı. Nahda Hareketi de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda
tökezlemesinin ardından kendisi çıtayı ve vaatleri bu doğrultuda yükseltmişti.
Ancak bu talep ve beklentileri gerçekleştirmenin önünde kimisi kurumsal, kimisi
iktisadi ve toplumsal zorlukların büyüklüğüyle bağlantılı, kimisi de beklenen
siyasi ortamla alakalı çokça engel var.
Kurumsal Zorluklar: Cumhurbaşkanının
fazla bir yetkisi de dengeli bir meclis dayanağı da yok; bunu elde etmek için
bir çaba da sarf etmeyebilir. Zira onun siyasi vizyonu sokaklara ve en aşağıdan
inşaya dayanıyor. Kitlelerin seferberliğine başvurarak muhafazakâr bir siyasi
zihniyetle yönetilen meclisle çalışacak ki bu mekanizmanın da yapıcı baskı ile
kaosa sürükleme arasında olgusal sınırları var. Eğer aleni bir kurumsal krizden
kaçınma iradesi varsa yapılması gereken iki zihniyetin ortasında buluşmak.
Meclis sayısal bölünmeden, hasmane eğilimden, etkili
bazı oluşumlar arasında anlaşmazlıktan yakınıyor. Öne çıkan parti, hükümeti
kuracak çoğunluğa sahip değil, güçlü bir hükümete liderlik edecek istikrarlı
bir koalisyon oluşturmak için önünde fazla bir seçenek de yok. Muhtemel
koalisyonun tarafları fazlaca olacak ve bu da bir hükümet programı üzerinde
uzlaşmayı, makamların paylaşımını ve ardından istikrar sağlamayı zorlaştıracak.
Yerel yönetim meclisleri zaten çok zorluklar çekiyor ve cumhurbaşkanının bazı
girişimleri onların sıkıntılarını arttırabilir.
İktisadi Meydan Okumalar: Yaklaşık 47,2 milyar dinarlık bütçesinin 19 milyar
dinarının maaşlara ayrılması ve kamu borç servisinin yaklaşık 11,7 milyar
dinarı bulması nedeniyle imkânlarını aşarak yaşayan bir ülkede, para biriminin
büyük değer kaybı, dış ticaret açığının iyice artması, iç ve dış borç
seviyesinin yükselmesi ve enflasyon nedeniyle başa geçecek hükümetle rahmete
kavuşulmayacak. Böyle bir bütçede kalkınmaya 6,9 milyar dinardan fazlası
ayrılmayacak. Borçluluğa gelince, kamu borcunun –reformlara hızlıca başlanması
hâlinde düşme eğilimine girmesinden evvel– 2020’de GSYH’nin %89’uyla zirveye
ulaşması bekleniyor. Önümüzdeki ilkbaharda IMF ile müzakereler, siyasi istikrar
ve reformlara başlama sinyalleri gelmeden kolay geçmeyecek. Asıl paradoks şu ki
bütçe, görevi bırakacak hükümet tarafından hazırlanmış, reformist bir ruhu
olmayan bir hesaplar dengesi taslağı; yani seçim öncesinin zihniyetiyle formüle
edilmiş bir bütçe. Yeni meclis, anayasal süreye binaen bu bütçeyi onaylamak ve
–yeni koalisyon hükümetini kuracak partiler, programlarıyla uyumlu bir bütçe
hazırlamayı beklerken– anayasanın garanti altına aldığı alternatif seçenekleri
aramak zorunda kalacak.
Toplumsal Meydan Okumalar: Kırmızı alarm veren toplumsal göstergeleri
dizginleyebilmek zor. Genel işsizlik oranı %15,3’e (yani 635 bin işsiz),
gençlerde işsizlik %34’e ve diplomalılarda işsizlik %28’e ulaştı. Gerek
bölgeler gerekse kadın-erkek arasında işsizlik oranı dikkat çekici bir şekilde
farklılaşıyor. Hâl böyleyken genel mali göstergelerin bozulması nasıl
dizginlenebilir ve içeriden dengelenebilir?
Ana sistemlerdeki (vergi toplama, sosyal fonlar ve
destekler, kamu sektöründe) reformlara start vermek toplumsal barışla başlar ve
barış da hükümetin gücü, sorunun tarafları veya destekçileri ve
Tunus Genel Çalışma Birliği (UGTT) ile bağlantılı. Uluslararası güçlerin,
yeni cumhurbaşkanından endişe duysalar ve meclisteki bazı siyasi blokların
söylemlerinden rahatsız olsalar da Tunus tecrübesini desteklemeye devam
etmeleri çok daha muhtemel. Bu da Nahda Hareketi’ne yatıştırıcı ve dengeleyici
güç olarak ayrıcalıklı bir konum verebilir.
Bölgesel şartlar, ancak ve ancak reformların tıkanması
ve asgari başarıların gecikmesi hâlinde Tunus tecrübesi üzerinde bir baskı
oluşturacaktır. Bu durumda toplumsal tıkanıklık artacak ve malum bölgesel
çevreler durumdan vazife çıkaracaktır. Yakın çevredeki komşuların durumunun,
Tunus’u etkileme bakımından, şimdikinden pek farklı olmaması bekleniyor. Durum
kötüleşmeyeceği gibi, Libya pazarının hâlen kapalı olması ve Cezayir pazarının
da siyasi belirsizlik nedeniyle açılmaması yüzünden yeni bir fırsat da
sunmayacaktır.
Özetle, çıtası yüksek beklentiler açıklık, irade ve
samimiyet ve daha öncesinde ise uygun bir ortamı ve kurumsal bir gücü
gerektirir. Ancak meclisin kırılganlığı, hükümetin zayıflığı ve
cumhurbaşkanının alışılmadık bir tip oluşuyla belirginleşen kurumsal durum,
yükselen beklentilere hızlı cevap niteliğinde bir çözüme izin vermeyebilir.
Muhtemel Senaryolar
Çözülmesi gereken ikilem, aşağıdaki veriler ışığında,
insanların kalkınma ve yolsuzlukla mücadele taleplerine cevap vermek:
·
Çalışmaya
hemen başlamayı ve işlerin değişeceğine dair hızlı ve net işaretler vermeyi
gerektiren, beklentilerin ve vaatlerin çıtasının yükselişi.
·
Seçmenlerinden
ve diğerlerinden iktidar talep ederken meclisteki sandalyelerin dörtte birinden
azını elde edebilen, baskı altındaki birinci parti. Kendi çocukları onu
mütereddit olmakla, destekçileri ise başkalarının arkasına saklanarak
sorumluluktan kurtulmaya alışmakla suçluyor; doğal müttefikleri aynı taban için
yarışıyor ve yerine geçmek için onu köşeye kıstırmayı planlıyorlar.
·
Sokakların
hareketliliğine bel bağlayan ve buna uzun süre güç yetirebilen, –Nahda
Hareketi’ni rahatsız edecek şekilde bir dizi milletvekili bloku onun yanında
yer alsa da– meclisin ve milletvekili dağılımının tutsağı olmayı reddeden, sıra
dışı bir vizyona sahip ve şahsiyeti güçlü bir cumhurbaşkanı.
·
Reform
konusunda özel vizyonu olan bir sendikanın yanı sıra, siyasi bir destek ve
toplumsal bir uzlaşı gerektiren büyük reformlar ve kamu maliyesi üzerinde büyük
yükler.
Bu veriler ışında mümkün olan ulusal senaryolar neler?
Senaryoların tasnifi iki faktöre bağlı:
·
Devlet
kurumlarının, özellikle de üç başkanın (yani cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis
başkanının) –içine düşülmesi hiç de imkânsız olmayan bir kurumsal krizden
kaçınacak şekilde– uyumlu ve verimli bir şekilde çalışabilme becerisi.
·
Hükümetin
başarılı olma ve ümidi ve güveni yeniden tesis edebilme becerisi. Bu ise büyük
örgütlerle iş birliğine dayalı bir ilişki kurabilen güçlü bir hükümet olmadan
gerçekleşemez.
İyimser Senaryo: Cumhurbaşkanının
görev vermesinin ardından bir ay içinde Nahda’nın, –meclisten ya doğrudan
katılımla ya da sadece dışarıdan destekle ve halkın taleplerine cevap veren bir
programla– mümkün olan en geniş tabanlı hükümeti kurmayı başarması ve başbakan
ile meclis başkanını, makamını doldurabilecek ve diğer iki başkanla etkileşim
kurabilecek güçlü ve esnek kişilerden seçmesi.
Bu seçeneğin başarılı olma şartları:
·
Demokratik
Akım, Halk Hareketi, Yaşasın Tunus ve Tunus’un Kalbi’nden bir miktar
milletvekili ile küçük partiler ve bağımsız milletvekillerinin esnek ve sorumlu
etkileşimi.
·
Cumhurbaşkanının
cesaretlendirici ve bir araya toplayıcı rolü; işçi sendikasının ve özellikle de
Tunus Sanayi, Ticaret ve El Sanatları Konfederasyonu’nun (UTICA) anlayışı;
seçmenlerin iktidar için verdiği mesajlara bağlılık ile yönetim sistemine
bütüncül bakışı bağdaştıran Nahda Hareketi’nin uzlaşmacı esnekliği.
Bu seçeneğin formülasyonları:
·
Nahda’nın
meclis başkanlığını alıp başbakanlığı bağımsız bir şahsa teklif etmesi.
·
Nahda’nın
başbakanlığı alıp kendisi dışından bir meclis başkanlığında anlaşması.
·
Nahda’nın
hem başbakanlığı hem de meclis başkanlığını alma imkânı olmadığı gibi, bu
makamların her ikisini de başkalarına bırakması seçmen iradesine aykırı olup
hareketin kendi içinde kabullenilmez ve süreç de başarılı olmaz.
Makbul Senaryo: Nahda’nın
gerekli asgari sayıya ulaşamayarak hükümeti kuramayıp görevi iade etmesi;
cumhurbaşkanının –anayasal yetkisine dayanarak– görev verdiği bir kişinin
–Nahda’nın da katılımıyla veyahut muhalefette kalmayı tercih etmesiyle–
hükümeti kurmayı başarması.
Bu seçeneğin başarı şartları şunlar:
·
Önerilen
şahsın ismi ve nitelikleri
·
Nahda
Hareketi’nin hükümete katılmak veya itiraz etmemek suretiyle esnek bir
reaksiyon göstermesi.
Kötümser Senaryo: Nahda’nın
da ardından görev verilecek kişinin de hükümeti kurmayı başaramaması; Tunus
erken seçime doğru giderken Yusuf eş-Şahid hükümetinin ülkenin işlerini
yürütmeye devam etmesi ve –şikayetlere ve protestolara rağmen– halkın bunu
kabul etmesi. Bu durumda geçtiğimiz Temmuz ayında meclisten geçen, ancak merhum
Cumhurbaşkanı Baci Kaid es-Sibsi’nin imzalamayı reddettiği Seçim Kanunu’ndaki
değişiklikleri yeni cumhurbaşkanının imzalamasının ardından yeniden seçim
sandıklarına gidilecek. Zira seçimlere mevcut kanunla gidilirse sonuçlarda
ciddi bir değişiklik olmayacak. Eğer seçim kararı alınırsa yaz başından evvel
yapılmayacak.
En Kötü Senaryo: Bir
önceki ihtimale, toplumsal protestonun şiddetlenmesi ve oy kullanmaya gitmenin
reddedilmesi eşlik eder; bu durumda Tunus’un gidişatı belirsizleşir. Bu nedenle
ağır basan senaryo birincisi veya ikincisi; zira hiç kimse ülkeyi bir meçhule
sürüklemenin maliyetini yüklenemez ve erken seçim macerasının sonuç vereceğinin
bir garantisi olmadığını herkes idrak etmiş durumda.
[1] Bakiye sistemi, bir seçim çevresinde
değerlendirilmeyen artık oyların milli seçim çevresinde birleştirilerek
partiler arasında dağıtılmasıdır. Oy oranına göre meclisteki sandalye
dağılımının en adil olduğu seçim sistemidir. Türkiye’de sadece 1965
seçimlerinde uygulanmıştır. (Çevirmenin notu)
Abdelhamid Jlassi, Tunuslu bir siyasetçi ve
araştırmacıdır. Nahda Partisi’nin örgütsel inşa, müzakere, seçim kampanyası ve
stratejik planlamadan sorumlu yöneticisidir. Araştırma konuları demokratik
dönüşüm ve geçiş dönemi adaletidir. 2018’de yayımlanan devrim öncesi kitaplar
serisi içinde Korku Devleti kitabını kaleme almıştır. 2016’da Şehitler
Anayasayı Yazar ve Küçük Eller Yalan Sözlemez ile 2017’de Tadına
Doyulmayan Hırsızlık kitaplarının yayımlandığı “Yokluğun Hasadı” başlıklı
bir seri çerçevesinde, hâlihazırda Tunus’ta diktatörlüğe karşı direniş
hafızasını korumaya odaklanan bir araştırma projesi üzerinde çalışmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder