AMERİKAN DIŞ
POLİTİKASI: SIKINTILI BİR KARGAŞA İÇİNDE
Richard N. Haass (Amerikalı diplomat ve Dış İlişkiler Konseyi başkanı)
American Interest,
20.4.2014
Tercüme: Zahide Tuba Kor
Amerikan dış
politikası sıkıntılı bir kargaşa içinde. Sonuç, düzenin tesisinde –diğer
ülkelerin gerekli güce ve istekliliğe sahip olmamasından dolayı– büyük ölçüde ABD’ye bağımlı olan dünya için hiç de iyi olmayan bir haber.
Ve bu, sınırları ötesindeki gelişmelerden kendisini tecrit edemeyen/ayrı
tutamayan ABD için de kötü.
Nasıl ki başarının
babası çok olursa kargaşanın da öyle. Bush yönetimi, Irak’ta altından
kalkamayacağı bir işi sırtladı ve (Merkez Bankası ve Kongre’yle birlikte) 2008
finansal krizine giden süreçte finansal sektörü yeterince regüle edilmedi.
Kongre de (yatırım ve harcama arasında bir ayrım yapmayan)
kamulaştırma/haczetme/el koymadan, hükümet çalışmalarının askıya alınarak tüm
zorunlu olmayan federal hizmetlerin sonlandırılmasından, borçları zamanında
ödenememesinden, göçmen sisteminin reformunda ve altyapının modernizasyonunda
tekrar eden başarısızlıklardan da sorumlu tutulmalı. Bütün bunlar ABD’nin
iktisadi gücünü zayıflatarak güvenirliğine ve yeteneklerine dair itibarını
ciddi bir şekilde sarstı.
Buna rağmen Obama
yönetimi, yanlış giden şeyler konusunda kendi sorumluluğundan kaçamaz. Tıpkı önceki
yönetim ve Kongre gibi bu dönemdeki sıkıntıların çoğunu [Obama yönetimi] kendi
kendine yaptı. Obama yönetiminin sıkıntılarıyla ilgili tuhaf olan şu ki bunlar
bizzat kendisinin ilan ettiği/inandığı dünya yaklaşımıyla tutarsızlık içinde.
Obama yönetiminin ilk döneminde geliştirdiği ve ilan ettiği üzere, ABD’nin
dünyada ne yapması gerektiğine dair faydalı bir pusula niteliğinde kavramsal
bir çerçevesi var. Eksik olan şey, bu pusulayla tutarlı bir dış politikanın
uygulanmasını sağlamak için gerekli olan taahhüt ve disiplin.
Amerikan dış
politikasının dayandığı kavram, “[Asya’ya] kayış” veya “yeniden
dengeleme”; buna göre ABD Ortadoğu’ya vurguyu azaltarak Asya’ya odaklanmalı. Bu
değişimin gerekçesi de şuydu: ABD’nin bu yüzyıla egemen olması muhtemel birçok
ülkeye ev sahipliği yapan Asya-Pasifik bölgesinde çok büyük çıkarları söz
konusu. Yine bu bölge, ABD’nin birçok resmi yükümlüğü hesaba katacağı bir alan.
Endişe verici haber, bölgenin istikrarının giderek belirsizleşmesi; rahatlatıcı
haber ise, ABD’nin burada çıkarlarını savunacak ve ilerletecek (diplomatik,
ekonomik ve askeri) araçlara sahip olması.
Ortadoğu’ya
gelince, büyük bir gücün bulunmadığı bu bölgenin dünyanın geleceğini belirleme
ihtimali çok daha düşük. Üstelik Amerikan dış politikasının araçları, eğer
hedef yerel siyasi sistemi yeniden şekillendirmek ise etkili olamaz. ABD[nin
elindeki araçlar] hükümetlerin -ülke
içindeki davranışlarına kıyasla- sınırlarının ötesindeki siyasetlerini [yani
dış politikayı] şekillendirmeye daha elverişli.
Peki, eğer strateji
doğruysa mesele nedir? (…) dış politikanın %80’i uygulamadadır. (…) Mesele, [Asya’ya]
kayış veya yeniden dengelemede değil, bunu pek de kaale almayan dış
politikadır.
Bu yargı tuhaf
gelebilir, zira ilk bakışta Obama yönetimi Ortadoğu’dan uzaklaşıyor gibi
görünüyor. Irak’ta artık sahada çarpışan herhangi bir askeri güç yok ve (şu
anda 40.000’in altına inmiş durumdaki) Afganistan’daki askeri personel sayısı [ileride]
10.000’e veya daha da altına inecek. Bölgenin diğer yerlerine gelince,
Obama yönetimi -Kaddafi’nin devrilmesi sürecinde “muharebe alanına kara gücü”
yollamaktan kaçınarak- kendisini Libya’da geriden yönetmekle sınırlandırdı.
Suriye’deki savaştan büyük ölçüde uzak kaldı, “ılımlı” muhalifleri fazla
silahlandırmaktan imtina ederek ve Esed yönetimi kimyasal silah kullanmak
suretiyle “kırmızı çizgiler”e meydan okusa da askeri güç kullanımından geri
adım atarak.
Ancak bir problem
var. Amerikan yönetimi askeri bakımdan bölgede az şey yapsa da siyaseten
hırsı/iddialı politikaları sürdürüyor. Obama yönetiminin Ortadoğu’daki dış
politikasında olağan/varsayılan seçenek, -otoriter rejimlere defalarca yaptığı
iktidarı bırakma çağrısıyla tutarlı bir şekilde- rejim değişimi gibi görünüyor.
Önce Mısır’da Mübarek, ardından Libya’da Kaddafi ve sonra da Suriye’de Esed…
Tarihin müteaddit
defalar gösterdiği üzere, bir lideri kovmak zor olabilir; bunun zor olmadığı
hallerde ise Amerikan tercihleri için uygun olan istikrarlı, alternatif bir
yönetimin gelmesine yardımcı olmak katbekat zor olabilir. Sonuç itibarıyla ABD
sıklıkla kendisini nahoş bir tercihle yüz yüze buluyor: ya ilan ettiği
hedeflerinden vazgeçmelidir –ki bu, kendisini zayıf/sorumsuz gibi gösterecek ve
[kendisine karşı] yaygın bir meydan okumayı cesaretlendirecektir– ya da
söz konusu hedeflerini yerine getirmelidir – ki bu da cana/kana, paraya ve
zamana devasa yatırımı gerektirecek ve sonuç itibarıyla kendi
çıkarlarını veya [hedeflerin] sonuçlarını nadiren meşrulaştıracaktır.
Irak veya
Afganistan’da olduğu gibi, uzun vadeli, geniş çaplı bir [askeri] konuşlanmaya
yol açacak herhangi bir şeyden sakınan Obama yönetimi, büyük ölçüde ilk
seçeneği tercih ediyor. Bunun berbat bir örneği işte Suriye’dir. (…) Sonuç
şudur: Esed gitmedi ve Amerikan perspektifine göre başat muhalefet ondan daha
kötü; ABD’nin cihatçılara karşı kabul edilebilir muhalif unsurları
desteklerken, Esed’i tolere etme acı ilacını yutması an meselesidir. Sahadaki
gerçeklikleri göz ardı ederek uzlaşma çabaları pek de bir meyve vermeyecektir.
Bu arada Libya
giderek daha fazla hükümet kontrolünden çıkıp milislerin ve teröristlerin
kontrolüne giriyor. Mısır’da ABD hem seküler kesimleri hem de Müslüman
Kardeşleri destekleyenleri kendisine yabancılaştırdı. Günümüz Mısır’ı
kutuplaşmış durumda ve şiddet artmakta. Bölgenin ikinci en çalkantılı ülkesine
dönen Irak’ta da benzer bir durum söz konusu ve ABD’nin on yıl süren maliyetli
işgaline rağmen ülkedeki etkisi hala az. Teröristler geçmişe kıyasla bölgede
artık daha fazla tutunmuş durumda. Ürdün mülteciler yüzünden mahvolma
tehlikesiyle karşı karşıya; sadece Tunus daha iyi görünüyor ki o da şüpheli.
(…) rejimleri
devirmek maliyetli olabilir (ki Suriye bunun baş örneği) ve bunu meşrulaştırmak
için çok daha iyisini yerine ikame etmeye kalkışmak çok daha maliyetlidir (ve
hatta bazen imkansızdır). (…) Ayrıca otoriter sistemlerin tedrici ve barışçıl
bir şekilde reformu, daha az maliyetli ve açık toplumla sonuçlanma ihtimali
daha fazla olmakla kalmayıp, karmaşa ve ölümle sonuçlanma ihtimalinin de daha
az olduğuna dair yeterince kanıt söz konusudur. (…)
İsrail-Filistin
çatışmasının çözümü için olağanüstü taahhütlerde bulunmayı da meşrulaştırmak
zor. (…) İsrail-Filistin ihtilafının artık Ortadoğu’da merkezi bir yer iştigal
etmediğini, (…)bölgeselden ziyade yerel bir ihtilafa dönüştüğünü kabul etmek
lazım.
Obama yönetiminin
bölgede enerjik bir şekilde peşinden koştuğu diğer bir taahhüt (…) İran’la
nükleer anlaşma. İran’a karşı yaptırımları daha da artırarak nükleer bir
anlaşmayı Tahran’ın da çıkarına bir hale getirmesi takdire şayan. (…)
(…) Asya’da
yapılabilecek daha çok şey var. Düzenli istişareler Çin, Japonya ve Güney
Kore’nin dahil olduğu bölgesel güçlerle yürütülüyor. Milliyetçiliğin ve
rekabetin arttığı, ancak diplomatik kanalların veya kurumların az olduğu bu
bölgede hem kriz önlenmesine hem de kriz yönetimine ihtiyaç var; aynı zamanda
bütünleşmiş bir Kore Yarımadasına geçiş planlarına da. ABD’nin uzunca bir
süredir söz verdiği bölgede hava ve deniz gücünde artırıma gitme kararının
artık hayata geçirilmesi gerekiyor.
Ancak maalesef
şimdiye kadar hemen hiçbir üst düzey yetkili –bölgesel ticaret paktı dışında-
bu konuları [Obama’nın] ikinci dönemi[ni]n önceliği haline
getirmedi. (…)
ABD ayrıca
Avrupa’ya ve Avrupa’yla [birlikte dünyanın başka bölgelerine] müdahilliğini
artırmak isteyecek. Amerikan aymazlığı/ihmalkarlığı Ukrayna’nın kendi siyasi
işlevsizliği ve AB’nin beceriksizliğiyle birleşince Kırım’da Rusya’nın
yayılmasına yol açtı. Rusya’nın davranışlarını şekillendirmek Atlantik’te
sürdürülebilir bir diplomasiyi, Ukrayna’ya daha fazla iktisadi kaynak ayrılmasını,
anlamlı bir miktarda petrol ve doğalgaz ihracını ve NATO’nun askeri teyakkuzuna
dönük taahhütlerin yenilenmesini gerektiriyor.
Yönetimin ayrıca
içeride ekonominin ve toplumun gücüne ve dayanıklılığına da odaklanması
gerekiyor. Bu, ulusal güvenliğin bir alternatifi değil, merkezi bir parçasıdır.
Enerjide [kayagazını kastediyor] ani iyileşme/patlama önemli bir olumlu
gelişmedir. (…)
Ancak mesele,
sadece Amerikan gücünü sağlama alma ve artan izolasyoncu hissiyat karşısında
uluslararasıcılığı sürdürme değildir. Aynı zamanda diğerlerine doğru mesajı da
gönderebilmektir. Son on yıldaki dış ve iç politika gelişmeleri, Amerikan
liyakatine/becerisine ve güvenirliğine dair soruları artırdı. Ulusal Güvenlik
Birimiyle ilgili ifşaatların [telekulakları vs. kastediyor], dost ve
müttefiklerin çoğunun düşmanlardan çok da farklı bir muamele görmediği mesajını
vermesi bu tür problemleri daha da arttırdı. Sonuç, Amerikan tercihleri ve
çıkarları dikkate alınmaksızın giderek daha fazla kararın alındığı ve adımın
atıldığı bir post-Amerikan dünyaya doğru yönelime ivme kazandırdı. Böyle bir
dünya daha da karmakarışık ve Amerikan çıkarlarını daha az destekler bir dünya
olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder