ÖZLEMLE BEKLENEN DEVRİME GİDEN
YOL
Fehmi Hüveydi
Al Jazeera Turk, 18 Ocak 2016
Arapçadan tercüme eden: Zahide
Tuba Kor
Güvenlik aklı her yere hâkim.
Ulusal güvenliğe yönelik savunma yükümlülüklerinin büyük ölçüde sadece güvenlik
görevlilerine ait bir sorumluluk olduğuna ikna ediliyoruz. Ama keşke bunu daha
geniş bir perspektiften görebilseydik.
Rami Ben-Barak, İsrail dış istihbarat servisi Mossad’da 35 yıl görev yapmış ve başkan yardımcılığına kadar yükselmiş bir isim. Görev yaptığı süre boyunca çevresinde hep bir “yıldız” olarak görülmüş ve bu da teşkilatın en önemli birimi sayılan [suikastlardan sorumlu] “Kisarya” operasyon biriminin başına geçmesini sağlamış. Birkaç hafta önce İsrail televizyonu Kanal 2’ye konuşan emekli istihbaratçı, gazeteci Danny Kuşmaro’ya verdiği röportajda kahramanlık ve başarı olarak görülen bazı operasyonların arka planını ifşa ederek herkesi şaşırttı.
Rami Ben-Barak, İsrail dış istihbarat servisi Mossad’da 35 yıl görev yapmış ve başkan yardımcılığına kadar yükselmiş bir isim. Görev yaptığı süre boyunca çevresinde hep bir “yıldız” olarak görülmüş ve bu da teşkilatın en önemli birimi sayılan [suikastlardan sorumlu] “Kisarya” operasyon biriminin başına geçmesini sağlamış. Birkaç hafta önce İsrail televizyonu Kanal 2’ye konuşan emekli istihbaratçı, gazeteci Danny Kuşmaro’ya verdiği röportajda kahramanlık ve başarı olarak görülen bazı operasyonların arka planını ifşa ederek herkesi şaşırttı.
Ben-Barak röportajda kendisinin ve ekibinin başarılarının
ardındaki en önemli unsurun, İsrail’i, hedef aldığı “düşmanlar”ından ayıran
“teknik boşluk”, yani büyük teknik farklılık olduğunu söyledi. Bu bağlamda
Mossad’ın yürüttüğü görevlerde düşmanının elindekine kıyasla son derece üstün
bir teknik kapasite kullandığını anlattı. İsrail’in ileri teknoloji alanında
gerçekleştirdiği büyük atılımlarla muazzam olumlu getiriler elde ettiğini ve
böylece sadece insan kaynağına bağımlılığı azaltma imkânı yakalamakla kalmayıp
bunun askeri kuvvetlerin dayandığı temellerde köklü değişimlere de yol açtığını
sözlerine ekledi.
Bu noktayı açıklarken, İsrail’in dünyadaki ikinci büyük insansız
hava aracı üretici olması ve bu uçakların askeri, güvenlik ve istihbarat
alanında bolca kullanılması sebebiyle, ordunun bu mükemmel araçtan farklı bir
şekilde faydalanma kararı aldığını ve böylece pilotlara bağımlılığı azaltmaya
ve bunun yerine genç askerleri, İsrail’in içindeki güvenli ve sabit üslerden insansız
hava araçlarını uçurma görevinde kullanmaya yöneldiğini belirtti. Makor Rishon gazetesinin 13 Haziran 2015 tarihli
nüshasında yer alan bu haberi, İsrail uzmanlarından Dr. Salih el Nuami, el-Arabi el-Cedid gazetesinde konuyla ilgili olarak
kaleme aldığı “Risksiz Kahramanlık Endüstrisi” başlıklı makalesinde alıntılıyor.
Nuami, 2004’ten itibaren ve Gazze’ye yönelik (2008, 2012 ve
2014’teki) müteakip savaşlarda Filistinlilerin ekseriyetinin insansız hava
araçlarıyla yapılan saldırılarda şehit düştüğüne dikkat çekiyor. Bu uçakların
bulunduğu üslerden birini ziyaret eden İsrailli gazeteci Amir Rapaport’un 19
yaşındaki bir erkek ve bir kadın askerin kontrol odasından düğmeye basmak
suretiyle birçok hava saldırısı düzenlediğine dair sözlerine de yer veren Nuami,
bu uçakların kullanılmasıyla insan unsurunun maruz kaldığı tehlikelerin de
azaldığına işaret ediyor.
Makaleye göre, 3 ay önce Golan’da Lübnan Hizbullah’ının önemli
isimlerinden Cihad Muğniye ve İran Devrim Muhafızları komutanlarına yönelik
suikastın da aralarında olduğu Suriye’ye yönelik saldırılarında İsrail bu
uçakları kullanmıştı. İsrail ordusu saha istihbaratına katkılarından dolayı iki
yıldır bütün birliklerine insansız hava uçağı sağlıyordu. Gelecekte tüm
birliklere uydu sağlanması da gündemdeydi.
Buna ek olarak İsrail, istihbarat kapasitesini elektronik savaş
yöntemlerini kullanarak güçlendirmişti. Artık sadece insan unsurunu veya ileri
teknoloji ürünü dinleme ve görüntüleme araçlarını kullanarak değil, bilgisayar
sistemine sızan programlar geliştirerek de hayati gizli bilgileri edinmesi
mümkün hale gelmişti.
Füze yerine virüs
Yine makaleye göre, 2013 yılı başında İsrail Genelkurmayı,
“Birim 8200”
adıyla bilinen elektronik casusluk biriminden bir subaya, “düşman” tarafın son
derece önemli istihbarat bilgilerine erişmeyi sağladığı için madalya verdi.
2009-2012 arasında 2 yıl boyunca İran nükleer tesislerini hedef alarak büyük
zarara yol açan siber saldırıların başarısının ardından İsrailliler siber
alemin kullanımını daha da geliştirdiler; öyle ki “füze yerine virüs” sloganı
ortaya çıktı.
Nuami’nin dikkat çektiği önemli
bir nokta da şu: İsrail’in gerek teknolojik gerekse elektronik alanda
geliştirdiği büyük kapasite, aslında temelde yaygın eğitim sistemine dayanıyor
ve bu eğitim sistemi de söz konusu hedeflere hizmet esas alınarak planlanıyor.
Bu bağlamda Nuami, İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett’in üç ay önce genel
liselerde beşinci seviye matematik eğitimi alan İsrailli öğrencilerin sayısını
artırma hedefiyle “matematik devrimi” adını verdiği bir atılım başlattığını
belirtiyor. Geçmişte İsrail ordusunda özel bir birliğe komuta eden bakan
Bennett, emekliliğin ardından başarılı bir teknoloji şirketinin başına
geçmişti. Ona göre matematik ilmini kavramak, gerek askeri gerekse sivil alanda
ileri teknoloji endüstrisinde tam başarıya ulaşmak için bir zorunluluk.
Bizi asıl ilgilendiren konu, sanal alemde kaydedilen
gelişmelerin her toplumun yapısını tehdit eder hale gelmesi ve bu,
tahminlerimizden çok çok daha tehlikeli bir boyutta. Özellikle Ortadoğu’da
bilgi güvenliği sistemlerine büyük miktarlarda harcamalar yapılması bunun bir
delili. Öyle ki bilgi teknolojisi hizmetlerinde uzman olan uluslararası IDC
şirketine göre bu alana akıtılan paranın miktarının 32 milyar doları aştığı
tahmin ediliyor. Yaşanan gelişmeler ışığında sanal alemde saldırı veya savunma
ihtimali artık imkan dahilinde.
Bu bağlamda Estonya’nın bu tarz bir saldırıya maruz kaldığından
bahsediliyor. Eskiden Sovyetler Birliği’ne bağlı olan ve daha sonra Avrupa
Birliği’ne giren bu küçük Baltık ülkesi, 2007’de devlet başkanının Sovyet ordusu
anısına dikilen heykelin taşınması kararını ilanından saatler sonra ansızın
felce uğramıştı. Zira bilgisayar sistemlerini, devlet hizmetlerini ve
devletteki hayati sistemleri sekteye uğratarak ülkenin dış dünyayla ilişkisini
kesen bir siber saldırıya maruz kalmıştı.
Bu konuda Ürdünlü bir akademisyen ve yazar Musa Berhume'nin
Londra merkezli el-Hayat gazetesinde
11 Kasım 2015’te yayınladığı bir makalesini okudum. Makalede geleceğin
sofistike askerlerinin omuzlarında silah yerine bilgisayar taşıyacağı;
özellikle 2015 yılı başından itibaren “DDoS” adı verilen jeopolitik
nitelikli sanal saldırıların yüzde 300 oranında arttığı; bu saldırılarla
devletin hayati kurumlarını hizmet dışı bırakmanın hedeflendiği ve belki de
gelecekte hassas istihbarat sistemlerini, deniz trafiğini, hastaneleri,
elektrik ve su şebekelerini veya kimyevi maddelerin kullanıldığı fabrikaları,
petrol ve doğalgaz tesislerini hedef alacak şekilde daha da gelişebileceği
belirtiliyor.
Bu bağlamda yazar, İranlı yetkililerin 2014’te ülkenin orta
kesiminde yer alan Arak şehrine yakın “IR-40” nükleer alanını hedef alma girişimini
başarısız kıldıklarına dair açıklamalarına değiniyor. Daha önce 2010'da da
uranyumun zenginleştirildiği Natanz reaktörü, santrifüj sisteminin geçici de
olsa duraksamasına yol açan virüs saldırılarına maruz kalmıştı. Tahran her iki
olaydan da Amerika ve İsrail’i sorumlu tuttu.
Eğitimde programları gözden geçirilmeli
Görüldüğü üzere çatışmanın kuralları ve araçları tamamen
değişirken, bilindik sınırları aşan çatışma araçlarındaki değişimlerle baş
edebilmek için sadece stratejik düşünce ve silahlanma planlarını değil, aynı
zamanda eğitim programları ve planlarını da yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
Dünyanın çeşitli başkentlerinde yankılanan bu uyarı zilleri insanların büyük çoğunluğunu uyandırdı ve eğitimde ilerlemenin kalkınmanın önemli bir anahtarı olduğunu herkese hatırlattı. Finlandiya bu reformu yapıp da meyvesini alan devletler arasında halen başı çekiyor ve onu Norveç, İsviçre, Kanada gibi birçok Batı ülkesi takip ediyor. Asya ülkeleri de arzu edilen sıçramayı gerçekleştirmeyi başardı hatta Asyalı öğrenciler eğitim sıralamasında dünyadaki öğrenciler arasında başı çeker hale geldiler.
Dünyanın çeşitli başkentlerinde yankılanan bu uyarı zilleri insanların büyük çoğunluğunu uyandırdı ve eğitimde ilerlemenin kalkınmanın önemli bir anahtarı olduğunu herkese hatırlattı. Finlandiya bu reformu yapıp da meyvesini alan devletler arasında halen başı çekiyor ve onu Norveç, İsviçre, Kanada gibi birçok Batı ülkesi takip ediyor. Asya ülkeleri de arzu edilen sıçramayı gerçekleştirmeyi başardı hatta Asyalı öğrenciler eğitim sıralamasında dünyadaki öğrenciler arasında başı çeker hale geldiler.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), öğrenci başarısını
takip amaçlı uluslararası PISA programı çerçevesinde yapılan ölçme ve
değerlendirme sınavlarıyla bu alandaki gelişmeyi ölçme görevini üstlenmiş
durumda. Bu haliyle PISA sonuçları, küresel bir eğitim başarısı sıralama
tablosu niteliğinde. PISA, öğrencilerin anadil, matematik ve fen bilimleri
olmak üzere üç temel alanda test edilmesine odaklanıyor.
Bu küresel sıralamada Mısır’ın yerinden söz etmeye gerek dahi
yok; eğitim alanındaki kötü şöhreti zaten her platformda dile getiriliyor. Foreign Policy dergisi 2013’te Mısır’da eğitimin
kalitesinin sıfır olduğundan bahsettiğinde bu hiç de sürpriz olmadı. Daha da
kötüsü, bu sonuç, ülkedeki eğitim çevrelerinde hiçbir yankı bulmadı.
Geçen sene 20 Mayıs 2015 tarihinde Şuruk gazetesinin
internet sitesi, ilköğretim okullarının kalitesi konusunda Dünya Ekonomik
Forumu’nun bir raporunun sonucunu yayınladı. Buna göre Mısır, 124 ülke arasında
en son sırada yer alıyor. Yine Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan
Beşeri Sermaye Endeksinde de 124 ülke arasında 84. sırada. Listenin başında ise
yine Finlandiya var.
Fransız Le Monde gazetesinde
4 Aralık 2012’de yayınlanan Asya’da eğitim konulu bir raporu saklıyorum.
Raporda Güney Kore’deki eğitim sistemi örnek olarak veriliyor. Buna göre
öğrenciler haftada 50 saat ders görmek zorundaymış – yani Avrupa’daki
öğrencilere kıyasla 16 saat fazladan ders görüyorlarmış. Sabah 7.30’da derse
başlayıp öğleden sonra saat 4’te okuldan ayrılıyorlarmış. İlkokuldan itibaren
öğrencilerin ekseriyeti okuldaki dersler bittikten sonra üniversite girişe
hazırlık için özel eğitim kurumlarına gidiyorlarmış.
Rapor, ortaokullar için ailelerin ödediği paranın 2012’de 13
milyar dolara ulaştığı tahminine yer veriyor, ki bu rakam Fransızların okul
“yardım”ı olarak ödediğinin 10 katına denk. Bazı Koreli öğrencilerin günlük
eğitimleri akşam saat 10’a kadar sürüyormuş. Ve aslında bu, ailelerin
çocuklarını aşırı çalıştırmalarını engellemek için hükümetin koyduğu uyulması
zorunlu bir saat sınırlamasıymış. Güney Kore’de yaşanan işte bu ve diğer birçok
Asya ülkesinde de benzer bir durum söz konusu. Mesela Singapur, eşi benzeri
olmayan bir ilmi fırsatlar diyarı olarak nitelendiriliyor.
“Peki, biz bütün bunların neresindeyiz?” diye sorarsanız buna
cevap vermeyeceğim; ama sizi günlük gazetelerdeki eğitim haberlerini okumaya
davet ediyorum. Eğer ki gazeteler eğitime sırtını dönüp de sadece güvenliğe
odaklanmışsa, bu soruya ikna edici nihai bir cevap alamayacaksınız, ama nereye
doğru sürüklendiğimizi de anlayacaksınız. İşte o zaman tarihin öznesi olmak
için bekleyip durduğumuz devrimin hakikatini idrak edeceksiniz. Eğer bunda başarı
sağlayamazsak tarihin akışının dışında kalacağız ve bu konuda birilerinin bize
komplo kurduğunu iddia edemeyeceğiz.
Fehmi Hüveydi, Mısırlı gazeteci ve yazar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder