Ahmet Kavas ile söyleşi
Anlayış Dergisi, Sayı: 79, Aralık 2009
Konuşan: Z. Tuba Kor
Darfur’da yaşanan problemlerin sebepleri çok eskilere kadar götürülebilir ama özellikle 2003’te Darfurluların ayaklanmasını tetikleyen temel sebepler nelerdi?
Haziran ayı başında bir hafta Darfur’da bulundum ve bu coğrafyayı uçaktan defalarca gözlemleme imkanım oldu. Öncelikle Darfur’un nasıl bir yer olduğunu belirtmekte fayda var ki konu daha iyi anlaşılsın. Darfur, yaklaşık 500 bin kilometrekare yüzölçümüne sahip. Kuzey, Güney ve Batı eyaletlerinden oluşuyor. Kuzey eyaletinin başkenti el-Fâşir, 16. yüzyılda şekillenen tarihî Darfur Sultanlığı’nın merkezi. Güney Darfur’un merkezi Nyala ise çok eskiye dayanan bir şehir değil, tarihî bir dokusu yok. Ama bugün sekiz milyon civarında olduğu söylenen Darfur nüfusunun yarısına yakını Nyala ve çevresinde yaşıyor. Çünkü Sahra bölgesinde yer alan Kuzey Darfur’a göre daha mümbit, iklimi daha tropikal. Şu anda direnişin en yoğun olduğu bölge ise başkenti el-Geneina olan Batı Darfur. Darfur yılın belli mevsimlerinde çok yağış alıyor ve böylece arazide otlar yeşeriyor. Bu esnada göçeri olan topluluklar gelip bu arazilerde hayvanlarını otlatıyorlar. Yağmurlar kesildikten sonra ise içmeye dahi su bulamıyorlar. Bu nedenle insanlar su kaynaklarının bulunduğu ve iklimin müsait olduğu özellikle Güney ve Batı Darfur bölgesine gidiyorlar.
16. yüzyıldan itibaren Darfur’da müstakil bir sultanlık vardı. Darfur’u İngilizler, Mısır’ı ve ona bağlı (bugünkü Sudan’ın başkenti) Hartum’u kontrollerine aldıkları 1882’de dolaylı olarak, 1916’da ise fiilen ele geçirdiler. Ancak İngiliz sömürgeciliği ve merkezî hükümet, Hartum ve çevresinde etkiliydi. Coğrafi olarak Afrika kıtasının merkezinde yer alan Darfur’un ise dış dünyayla irtibatı yoktu; halk burada kendi halinde yaşıyordu. 1956’da Sudan bağımsızlığını kazandı; ama Darfur’da bir değişiklik olmadı, ta ki 1990’lara kadar. Bu arada Güney Sudan’daki iç savaş bütün şiddetiyle devam ediyor ve merkezî hükümet gelir kaynaklarını Darfur’a hemen hemen hiç ulaştıramıyordu. Zaten fakir olan ve sömürgecilikten çıkan bir ülkenin, 2,5 milyon kilometrekare gibi çok geniş bir coğrafyanın uç noktalarında yaşayan Darfurlulara hizmet götürmesi son derecede zordu. Başta ulaşım imkansızdı, yol yoktu. Bugün bile sadece bir demiryolu var, ama o da kullanışlı değil. Haliyle Darfurlularda bir itilmişlik duygusu vardı. Sudan’ın güneyinden çıkarılan petrol sayesinde merkezî hükümetin eline para ve imkanlar geçince zor şartlarda yaşayan Darfurlular da bundan pay istediler. Birtakım oluşumlar suiistimal edildikleri, haklarının yendiği iddia ettiler. Bir de tabii henüz çıkarılmadı ama Güney Darfur’da da inanılmaz bir petrol kaynağı olduğundan söz ediliyor. Bütün bunlar Darfurluları merkezî hükümete karşı 2003’te ayaklandırdı.
Çatışmanın Afrikalı Darfurlular ile Arap Cancavidlerin arasında yaşandığından bahsediliyor; bu tasnif ne derece doğru?
Sudan’da Arap yarımadasındaki Araplara birebir benzeyen bir halk yok. İslami dönemle birlikte gelen Arap kabileleri buradaki yerli halkla kaynaşmışlar; bir tür melezlik var kökenlerde. Ama burada Araplık, soy itibarıyla olmaktan ziyade kültürel. Yani mahalli kültürlerini korusalar da Arap-İslam kültürünü daha fazla benimsemiş olanlar var. Zaten eğitimli Güneyliler de dâhil herkes Sudan’da Arapça konuşuyor. Bu nedenle Sudan, özellikle de Darfur için Afrikalılık veya Afrikalı Arap kavramlarından bahsetmek son derece yanlış. Belki böyle bir tasnif anlatmayı kolaylaştırıyor ama aslında Cancavidler de onların karşısındakiler de köken olarak Afrikalı. Cancavid denilen kesim daha ziyade göçeri ve hayvancılık yapıyor; sabit bir yerde durmadıkları için hayatları daha geleneksel. Buna karşı üç eyalet merkezi ve çevresinde yaşayan ahali daha yerleşik. Hayvanlarını otlatmak için devamlı hareket halinde olan Cancavidler haliyle herkesi rahatsız ediyor. Merkezî hükümetin atadığı Darfur’daki eyalet yetkililerinin ifadesiyle “Cancavidler gâsıp insanlar”. Yani herhangi bir kimsenin elindeki bir şeyi alabileceklerine inandıkları zaman, kim olduğuna bakmıyorlar; hükümetin veya direnişin adamı olması fark etmiyor.
Ancak Cancavidleri, Darfur’daki direniş hareketlerine ve onları destekleyen halka karşı bizzat devletin, Sudan hükümetinin silahlandırdığı yönünde iddialar var.
Afrika’da silahların nereden temin edildiği konusunda net bir şey söylemek mümkün değil. Sudan devleti Cancavidleri silahlandırmış olsa bunu hiç kimseye izah edemez. Ayrıca çok büyük bir Cancavid topluluğundan, bölgede herkese her yerde sürekli biçimde saldıran insanlardan bahsetmek mümkün değil. Gündüz şehirde dolanan normal insanlar, gece bir yerden silah bulup bir müddet Cancavidlerle birlikte hareket edip sonra onlardan ayrılabiliyorlar.
Peki, Darfur’daki çatışmaların temel aktörleri arasında yer alan Adalet ve Eşitlik Hareketi, Sudan Kurtuluş Ordusu gibi örgütlerin ne gibi beklentileri var? Niye merkezî hükümetle çatışıyorlar?
Darfur’un batısında Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad yer alıyor, kuzeyinde de Libya. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad ile arasında herhangi bir sınır yok. Darfur’un içerisinde misiniz, Çad tarafında mısınız, yoksa Orta Afrika’da mısınız, belli değil. Hatta bazı kişilerin her üç ülkede de evi var, üçünde de yaşıyorlar. Çad’a geçtiği zaman adam Çadlı oluyor, Darfur’a geldiği zaman Darfurlu. Birçoğunun kimliği de yok zaten, hangi ülke vatandaşı olduğu belli değil. Haliyle Darfur ile komşu ülkeler arasında karşılıklı sızmalar sıkça yaşanıyor. Orta Afrika’da ve Çad’da uzun yıllardır devam edegelen iç karışıklık, ister istemez Darfur’u da etkiliyor. Ama asıl sıkıntı, daha önce de belirttiğim gibi, çok zor şartlarda yaşayan Darfur halkının merkezî hükümetten daha fazla pay istemesi.
Darfur’daki problemin iktidar mücadelesiyle, yani Hasan Turabi ile Ömer el-Beşir’in mücadelesiyle de bağlantılı olduğu yönünde iddialar var. Hatta bazıları Turabi’ye “Darfurlu isyancıların lideri” diyor.
Darfur Sudan’ın hassas noktası. Darfurlular son derece zor hayat şartlarında bile bayağı mütedeyyin insanlar, Sudan’ın genelinde olduğu gibi. Darfur’daki bu dindarlık, dindar olma duygusu sayesinde belki Turabi merkezî hükümete karşı halkı kendi safına çekmiş olabilir. Turabi’nin Darfur kartını el-Beşir’e karşı kullanılmasının temel sebebi, siyasi etkileşim olarak düşünülebilir. Ama Turabi’nin merkezî hükümetle arasındaki soğukluk, Sudan’ın iç siyasetiyle alakalı; Darfur’un patlamasındaki temel sebep olabileceği kanaatinde değilim.
Darfur’daki olaylar neticesinde Batılı kaynaklara göre 300 bin, Sudan yönetimine göre ise 10 bin kişi hayatını kaybetti; 2,5-3 milyon kişi de yerlerinden edildi. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Ömer el-Beşir’i insanlığa karşı suç ve savaş suçları işlemekle itham etti. Darfur’a gidip yerinde gözlem yapmış bir kişi olarak bu ithamlar hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Sudan ordusu, katliamlar yapabilecek, ülkenin her tarafında, hele de yüzlerce kilometrelik çöl ortamında aniden operasyonlar düzenleyebilecek güçte bir ordu değil, gelişmiş silahları yok. Direnişçilerin başkent Hartum’daki saldırılarını dahi önleyemiyor. Ama vur-kaç taktiğiyle hem hükümet güçlerinin hem de direnişçilerin birbirlerine saldırılar düzenlediklerini biliyoruz.
Sudan kapalı bir ülke değil. Darfur’da iddia edildiği üzere bir katliam yapılmış ve 300 bin kişi öldürülmüş olsa, yakılan veya gömülen cesetleri Sudan merkezî hükümetinin gizlemesi imkansız. Çünkü 100 küsur uluslararası yardım kuruluşu Darfur’un hemen hemen her tarafında faaliyet gösteriyor; uçakları-helikopterleri her gün Darfur’un üzerinde uçuyor. Medyaya yansıyan görüntüler, açlıktan ölenleri mi, bizzat milisler veya devletin güçleri tarafından öldürülenleri mi gösteriyor belli değil. Devlet Başkanı el-Beşir direniş esnasında yarısı polis ve asker toplam 10 bin kadar insanın öldüğünü söylüyor. Darfur’daki mahalli yetkililer ise ölü sayısının 10 binin dahi altında olduğunu ifade ediyorlar ki ben de aynı kanaatteyim. Ama 500 bin kilometrekarelik bir alanda, yolun ve gıdanın olmadığı bir yerde, çoluk-çocuk, kadın-yaşlı bu kadar insanın bir yerden başka bir yere intikali sırasında ölümlerin yaşanması çok da zor değil. Kalıcı meskenlerden ziyade göçeri kavimlerin kalabileceği basit yapılardan ibaret olan köylerin yakılmasını da ben çok zor görmüyorum; bunları pekâlâ Cancavidler de, direniş hareketleri de, bir başkası da farklı niyetlerle yakabilir. Fakat yaşanan her şeyin suçunu Devlet Başkanı el-Beşir’e yüklemek, tabiat şartlarının zorluğunu dahi ona yüklemek gibi bir anlama gelir bence.
Türkiye’den bizzat bölgeye gidenler, ölü sayısının yüz binlere varmasa da on binlerce olduğunu iddia ediyor ama.
Direnişin en yoğun olduğu Batı Darfur’a gitmek daha zor; ama ben de bir hafta Kuzey ve Güney Darfur’da gezdim. Bu eyalet merkezlerinde katliam yapıldığına dair herhangi bir iz de, katliam intibaını veren herhangi bir nümayiş de görmedim. Gözlerden kaçan bir hususu da belirtmek isterim: Darfurluları yerlerini yurtlarını terk ederek büyük şehirlerin etrafındaki kamplara gitmeye zorlayan ana sebeplerden biri, insani yardımlardan istifade etme arzusu. Çünkü uluslararası kuruluşlar bedava gıda dağıtıyor; sağlık hizmetlerini ve diğer insani yardımları ücretsiz veriyor. Kimi bölgelerde sükunet sağlandığı halde insanlar bu sebeple geri gitmek istemiyorlar. Ama tabii kamplara gitmeye zorlayanlar da var, bir korku mutlaka var. Bu arada bölgedeki yetkililer, gündüz kamplardan alınan yiyeceklerin, yardımların gece direnişçilere iletildiğini de bizzat söylüyorlar.
300 bin rakamı aslında tamamen dünyayı ikna etmek üzere telaffuz ediliyor. Darfur’da bir insanlık dramı yaşanıyor, doğru; ama buradaki en büyük dram açlık, yoksulluk ve geri kalmışlıktan kaynaklanıyor. Bu da ister istemez birtakım sosyal bunalımları ve merkezî hükümetle ciddi bir kavgayı tetikliyor.
UCM Ömer el-Beşir hakkında tutuklama kararı verdi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
22 Haziran’da İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Darfur Konferansı’na İngiltere’den üç akademisyen katılmıştı. Bunlar Darfur meselesini dünyada en iyi bilen insanlardı. Mahkeme’nin böyle bir hüküm verebilecek birikime sahip olmadığını ve maksatlı davrandığını, Sudan’da kesinlikle ne soykırım ne de katliam yapıldığını söylediler. Uluslararası alanda Darfur’u yakından bilip de soykırım yaşandığını iddia eden, takip edebildiğim kadarıyla yok. Zaten Mahkeme de soykırım yapıldığına inanmadı.
Buradaki mesele bence Sudan’ın kendi iç siyaseti, Çin’le olan yakın ilişkileri ve en önemlisi geniş imkanlarıyla alakalı. Zira Batılı devletlerin bu imkanlardan istifade edebilme şansları halihazırda bulunmuyor. Bu nedenle mevcut direniş hareketlerini kullanıyorlar. Dünya kamuoyunu ikna etmek için ölülerin ve göç edenlerin sayısını yükseltiyorlar. Çatışmaların ardındaki sebepleri gizleyerek ve ülkede ciddi problemler olduğunu iddia ederek Sudan’ın Çin’le aşırı yakınlaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Çünkü Çin’in verdiği imkanlarla Sudan’daki mevcut yönetim varlığını sürdürüyor.
Darfur meselesinin çözümü kısa vadede nasıl olabilir?
Sudan’ın iç sıkıntılarını yalnız başına çözebileceği kanaatinde değilim. Ülke çok geniş. Farklı etnik kesimlerden, farklı kültürden insanlar var. Özellikle iyi yetişmiş, Batı’yla çok rahat irtibatı olan bir Hıristiyan entelektüel kesim var. Ama çoğunluğu Müslüman olan Sudan’ın İslam dünyasıyla ilişkileri sınırlı; İslam ülkeleri Sudan’da pek de etkili değiller… Çin, kredisini de kendisi temin ederek 6.000 kilometrelik asfalt yol yapacak Darfur’a. Merkezle, büyük şehirlerle diğer bölgelerin rahat irtibata girebildiği gün, ben Darfur’daki direnişin azalacağı kanaatindeyim.
Öte yandan zannedildiği gibi direnişçileri, daha önce zikrettiğiniz Adalet ve Eşitlik Hareketi, Sudan Kurtuluş Ordusu gibi örgütleri bir masa etrafında toplayıp anlaşmak işi çözmüyor. Çünkü merkezî hükümet, direniş gruplarının liderleriyle oturup konuşuyor ve anlaşıyor. Tabii anlaşmanın neticesinde bu liderler birtakım imkanlar elde ediyorlar; ama bu imkanları hareketin içindeki üçüncü, beşinci derecedeki adama yansıtmıyorlar. Bu sefer o adam farklı bir isim altında direnişi sürdürüyor. Direniş hareketleri biraz da bu şekilde çoğalmış durumda.
2010’da devlet başkanlığı seçimleri var. Ömer el-Beşir’in adaylığını açıklamasına muhalefet büyük tepki gösterdi. Yine 2011’de Güney’in Sudan’dan ayrılıp ayrılmaması konusunda bir referandum var. Bütün bunlar Sudan’a nasıl yansır? Sudan’ın parçalanma ihtimali var mı?
Ömer el-Beşir sıradan bir kişi değil, oldukça köklü bir aileye sahip. Hatta Hartum’un şu anda Nil Nehri kenarındaki en iyi mahallelerinden birisinde oturanların çoğu onun akrabası ve yakın çevresi. Yani gücü, sadece kendi şahsından kaynaklanmıyor; geçmişi ve çevresiyle de alakalı. Sudan siyasetinde muhalifleri olduğu gibi, onunla hareket eden ciddi siyaset adamları da var. Tabii bunlar el-Beşir’in yıkılamaz bir güç olduğunu göstermez; ama Afrika’da uzun ömürlü siyasetçi olmak da istisnai bir durum değil. Malum Gabon Devlet Başkanı Ömer Bongo, bağımsızlığın ardından kırk yıldan fazla ülkeyi idare etti ve ölünce yerine oğlu geçti; halihazırda Afrika’nın en uzun ömürlü devlet başkanı olan Libya lideri Muammer Kaddafi 41. senesine girdi. 1989’da yönetime gelen el-Beşir ise yirmi yılı devirdi. Bu süre içerisinde en azından Güney’le olan savaşı bitirdi. Darfur’da yaptığı barış görüşmeleriyle direniş hareketlerinin gücünü kırdı ve en azından kısa vadede Sudan’ın bölünmesini engelledi.
2011’deki referandum öncesinde Sudan’la uğraşan büyük güçler, aşırı bir baskı uygulayarak Güney’i kesinlikle ayırmak için uğraşacaklardır. Sudan yönetimi şu anda büyük bir gayretle bunu engellemeye çalışıyor. Çünkü bugün Güney’le başlar, yarın Darfur’a sıçrar, öbür gün başka bölgelere. Ama nihayetinde Sudan merkezî hükümetinin buna güç yetirebileceğini zannetmiyorum. Öte yandan Güney’de de epeyce sıkıntı var. 2005’te merkezî hükümetle yaptığı anlaşma çerçevesinde, petrolden Güney’e düşen çok yüksek meblağlardaki para, sadece etkili bir Hıristiyan azınlığa gidiyor. Bu para Güney’de yatırıma dönüşmüyor; dolayısıyla Güney Sudan’da ne çoğunluğu oluşturan geleneksel inanç sahipleri ne Müslümanlar hatta ne de Hıristiyanların çoğu bundan faydalanabiliyor.
Son olarak, Türk halkı ve hükümeti Darfur için neler yapabilir?
Öncelikle Sudan hükümetinin Darfur’la ilgili Ankara’dan beklediği, özellikle Katar’da devam eden barış görüşmelerine Türkiye’nin de müdahil olması, destek vermesi. Hartum yönetimi, İKÖ çerçevesinde İslam ülkelerinin iştirak ettiği Katar’daki görüşmeleri önemsiyor. İkincisi Türkiye’den Darfur’un kalkınmasına öncülük etmesini bekliyorlar. Türkiye’deki yardım kuruluşları ve işadamları bölgede model kasabalar, şehirler oluşturmalılar; çünkü insanların yerleşik hayata intibak sorunu var. Mesela Nyala’nın 20-30 kilometre güneyinde bütün binaları, okulu dahi yıkılmış bir köy var. Kimse Yok Mu Derneği orada Orhaniye Kasabası adıyla bir kasaba kurmaya çalışıyor. Biz de gidip gördük. Cami, karakol ve sağlık ocağı da inşa etmişler. Karakolda bekleyen Sudanlı resmî güvenlik kuvvetleri vardı; fakat köyde kimse yaşamıyordu. Çünkü Haziran ayında köyün toprakları ekime müsait olmadığı için insanlar ekilebilen kısımlara gidip ziraatla uğraşıyorlar. Darfur’da büyük şehirler dışında kalıcı konut görmek mümkün değil; çünkü kalkınamamış, yerleşik hayata henüz ayak uyduramamış bir bölge. Büyük şehirler de aslında altyapı, şehircilik anlamında çökmüş durumda. Ayrıca Darfurlu yetkililer, çok yağmur yağdığı sezonda suyun Çad Gölü’ne doğru aktığını, barajlar inşa edilerek suyun tutulması halinde Darfur halkının göçeri olmaktan kurtulup yerleşik hale geçeceğini, böylece hem sıkıntıların hem de halkı isyana tahriklerin biteceğini söylüyorlar.
Kızılay’ın 2006’da açtığı sahra hastanesinde günlük 1000 küsur hasta muayene oluyor ve bedava ilaç veriliyor ki Darfurlular için bu hastane çok değerli. Türkiye, şu anda TİKA ve devletin diğer kurumları vasıtasıyla büyük bir hastane yapmayı planlıyor ve bunun için arsa tahsis edildi. Yine okul açma girişimleri var. Ayrıca Nyala ile Keçiören belediyeleri kardeş şehir oldular; Keçiören Müftülüğü Nyala’ya bir cami yaptıracak. El-Fâşir’deki üniversitenin teknik donanımı için daha fazla yardım yapılmaya başlandı. Türkiye’ye daha fazla öğrenci göndermek bölgenin talepleri arasında.
Darfurlular Türklere inanılmaz büyük bir teveccüh gösteriyorlar, bizzat bunu müşahede ettik. Ama Türk medyasına baktığımızda Sudan’la ilgili çıkan haberlerin %90’ının kasıtlı, maksatlı veya bilinçsizce yazılmış haberler olduğunu görüyoruz. Gazetecilerimiz Sudan’ın yöneticilerine karşı her türlü hakareti edebilme hakkını kendilerinde görüyorlar ki bu kabul edilemez. Sudanlılar bize, bizim onlar hakkında yaptıklarımızın onda birini yapsalar, kıyamet kopar; Sudan’daki elçilerimiz geri çekilir… Türk basınının bölgeye gidip Darfur’daki hayatı tarafsız ve objektif bir şekilde hem Türk hem de dünya kamuoyuna aktarması gerekir. Hiçbir basın kuruluşunun Darfur bölgesine gidip bizzat yerinde gözlem yaparak, inceleyerek olayları aktarmadığını, en fazla eyalet başkentlerine gidildiğini belirtmek isterim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder